11 Nisan 2009 Cumartesi

Bir çocuk değişir, Türkiye değişir!


İki gün öncesinde çok sevdiğim bir arkadaşımın üstteki resmi facebook avatarına koymasıyla başladı her şey.. Altına da üstteki başlığı yazmış ki, bi duygulandım. Hiç böyle güzel işler yapabilecek birisi olmamasına rağmen, kendisi bile değişmiş.. en çok buna sevindim zaten.
Ben bir liseli genç iken, Yerel Gündem 21'de iki sene boyunca çevre gönüllüsü olmuştum. lâkin o zaman vaktim vardı.. şimdi nereye koşuşturacağımı bilemezken, ki çok bir amacım da yokmuş ve hatta boş gezenin boş kalfası gibi gözüküyor olmama rağmen Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nda gönüllü olmak için adım atmaya karar verdim.. ne yapıp edip, oraya vakit ayırmalıyım diye düşünüyorum. Yahu etkinlikleri inceledim de şöyle bir, daha önce niye bu kadar duyarsız kalmışım diye kendime kızıyorum.. Sen git 1995 yılında bu vakfı kur, ama Tunca öküzü sallamasın bile. "vah vah!" diyerekten kendi kendilerine üzüldüklerini zannetmiyorum ama benim gibi birçok insan adına üzüldüklerine eminim.. Vicdanen rahat hissetmiyorum artık kendimi.
Belki benim gibi aranızda bu vakfı bildiği halde duyarsız kalan cici yaratıklar vardır ve şimdi artık "bu işe zaman ayırabilirim", "gönüllü olmak istiyorum" diyenler çıkabilir.. vaktim yoktu bahanesini kullanmayın, benim de gerçekten yok ama muhakkak vakit ayırabilirsiniz bu işe! veya gerçekten duymamış olanlar da olabilir, artık duyduğunuz halde duyarsız kalmayın lütfen..
Maddi destekte bulunun demiyorum yahu, gönüllü olun.. hani bulunabilecek varsa da zaten, bulunmuyorsa kendi ayıbıdır; ona sözüm yok! fakat "ben zaten zor geçiniyorum, maddi destekte nasıl bulunayım?" diyen varsa, rica ediyorum gözünüzü bi açıverin yahu! Gönüllü diyorum, gönüllü..
Şimdi size gönüllülerin ne yapacağından biraz bahsedeyim, ki bu zaten TEGV sitesinde de yazılı;
Etkinlik Gönüllüsü: Türkiye geneline yayılmış bulunan Eğitim Parkları, Öğrenim Birimleri, Sosyal Etkinliklere Destek Projesi Protokolü kapsamında İlköğretim Okulları, Toplum Merkezlerinde ve İl Temsilciliklerinde gerçekleşen eğitim etkinliklerine gönüllü olarak katılır. Gönüllülerimizden beklentimiz bir eğitim etkinliğini 8 hafta boyunca haftada en az iki saat olmak şartıyla verebilmeleridir. Ateşböceği gönüllüleri, bir eğitim etkinliğine haftada en az 3 saat olmak şartıyla destek verebilmelidir. 3 hafta süren Yaz Etkinliklerimiz yalnızca hafta içinde uygulanmaktadır. Gönüllülerimizden beklentimiz haftanın 5 günü destek verebilmeleridir.
Destek Gönüllüsü: Vakfın, eğitim faaliyetleri dışında kalan altı farklı alanda destek verir.
İletişim Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, stand tanıtımı vb. gibi iletişim faaliyetleriyle ilgili konularda destek verir.
Kaynak Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, kaynak ihtiyaçlarını karşılamak üzere, bağış yapabilecek şahıs ve/veya kurumlar ile bağlantı kurar, bu bağlantılar sonucu ayni ve/veya nakdi kaynak temin edilmesini sağlar.
Ofis Gönüllüsü; Park ya da Birimlerde kişisel ve mesleki tecrübeleri doğrultusunda ofis faaliyetlerine yardımcı olur.
Teknoloji Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında kullanılan bilgisayar ve ekipmanlara belirlenmiş tanımlar çerçevesinde destek verir.
Proje Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, diğer gönüllülük çeşitleri dışında kalan proje ve organizasyon temelli etkinliklerde destek verir.
Eğitmen Gönüllü; Eğitici eğitimlerinde ve Adım Adım Gönüllülük prosedürü içinde gönüllülere eğitmen olarak destek verir.
Bugün benimle birlikte bu işe adım atın hadi. ben pek bi heyecanlandım!
ilk hedefimiz TEGV Bursa Şubesi : )
  • Dipnot: TEGV Web Sitesi'nden daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Lütfen bir göz atın!

8 Nisan 2009 Çarşamba

turuncu kalp s.onsuz

ÖZET // Hikâyenin devamını yazan arkadaşım düşler konservesi'nin suskun kadın adına Nabeel'e son olarak göndermiş olduğu mektuptan devam edeceğim.. Hikâyenin kalıbı biraz olsun kafamızda oturmuş olsa da yazarken cümlelerimizi doğaçlama kuruyoruz. Gidişatı birlikte görelim..
Suskun kadının Nabeel'e yazmış olduğu mektup.tan sonra birkaç mektuplaşma daha olur ve sonraki gelişmelerse şöyledir:


Mektubu okuduğumdaki hissettiklerim ile Carmel'in yüzünde oluşan tebessüm birbirine o kadar yanındı ki.. sanki aynı duyguları yaşıyormuşuz gibi aynı yüz ifadesine bürünmüştük. bu belki de Carmel'in minik ama kocaman yüreğindeki Graciela'ya olan hislerle, benim suskun kadına karşı duyduğum hislerle aynı olduğu içindi.. Carmel yine hiçbir şey söylemeden kendi odasına ilerlemek için merdivenleri teker teker inerken, yaptığının güzel bir şey olduğunu düşündüğünden o tebessüm hiç eksilmiyordu suratından. ve mutluydu küçük adam.. küçük odasındaki penceresine geçti o da tıpkı benim gibi ve oturdu koltuğuna.. dışarıyı gülümseyerek izlemeye başladı. bense mektubun kısa olmasına rağmen defalarca okuyarak, sıcak çikolatamı yudumluyordum. bu kaçıncı sıcak çikolataydı acaba..

Carmel pencereden dışarıyı seyrederken Graciela'nın ne yapacağını bilemez bir şekilde telaşlandığını ve iki ev arasında koşturup durduğunu gördü.. Carmel'in yüzündeki o tebessüm bir anda gidiverdi ve yerini Graciela'nın telaşlı ifadesi aldı. ahşap merdivenlerin benim dışımda birinin adımlarından dolayı çıkardığı gıcırtıya alışmaya başlamıştım ki, bu sefer hızlı adımlarla inildiğini fark ettim. koşturan Carmel'di ve bütün bir merdiveni atlayarak inmiş olmalıydı.. neden bu kadar heyecanlandığını merak ederken, sallanan koltuğumdan ayağa kalktım ve penceremden dışarıya baktım. Carmel'in oyun arkadaşı olan tatlı kızı gördüm.. ne olduğunu o an anlayamadığım için sallanan koltuğuma oturup gazete okumaya başladım. benim de yüzümdeki ifade değişmişti.. kendimi çok mutlu hissederken bir anda içimdeki duygular değişti ve kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. sanırım bu kasabada duyguların hepsi bulaşıcı.. Graciela ve Carmel'in hissettiği o telaşı hissettiğimi, parmaklarımla oynamaya başladığımda anladım. çünkü genelde kafama takılıp bütün günümü çalan o bütün düşünceler, benim parmaklarımla oynamama sebep olurdu.. Carmel'in eve dönmesini beklerken içimde bir korku vardı ve merakım havanın kararmasıyla daha da çok artıyordu. artık sokak lambaları da yanmaya başlamıştı ve insanların yavaş yavaş evlerine döndüğünü görüyordum pencereden. ama ne Carmel ortalıklardaydı, ne de Graciela..

Carmel'in eve dönmesini beklerken dalmışım. ahşap merdivenlerimin çıkardığı gıcırtıyla uyandım.. gıcırtıların belli bir sessizlik aralığında olduğunu düşününce, merdivenlerin yavaşça çıkıldığını anladım. ve artık Carmel'in merdivenleri çıkışından içindeki hisleri anlayabiliyordum.. hiç yanıma uğramadan odasına girdi. yanına gidip ne olduğunu sormaya cesaret edemiyor, küçük adamın yaşadığı duyguları yoğunlaştırmaktan korkuyordum.. kötü bir şey olduğu belliydi!


Sabah olmuştu ve hiç gözümü kırpmamıştım Carmel yanıma gelir de benimle konuşmak ister diye.. ama ne gelen vardı, ne de alt katta herhangi bir tıkırtı! hiç ses çıkmıyordu ve sakindi ortalık ahşap yuvamız.. sadece sallanan koltuğumdan çıkan gıcırtıları duyabiliyordum ve bu beni hiç rahatsız etmezdi eskiden. sokağa bile adım atan hiçbir kasabalı yoktu daha. oysa bu saatte neredeyse bütün kasaba ayaklanmış olur, herkes işine giderken gülen yüzlerle selamlaşırdı..

Sıkıntıdan ne yapacağımı bilemez biçimde birkaç saat sonra kendimi müziğe verdim.. yine en sevdiğim plakı takmıştım ve ruhumla bütünleşti bir anda çalan müzik. sonra ruhum yine uçmak istedi sanki.. birden çıkıp gidecekmiş gibi oldu ve bu seferki ölümü tattırdı bana. ecelimin geldiğini hissettim ama canım acımadı.. en kötüsü de ışığı göremedim. öleceğinde insanların ışığı göreceği söylenir ya, küçüklüğümden beri bunu merak etmişimdir..

Akşam üzeri Carmel geldi yanıma.. dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini bacaklarıma koydu. başını bana doğru kaldırmak istiyordu ama utanıyordu sanki.. aradan kısa bir süre geçtikten sonra ağlamaya başladı ve başını dikti yüzüme doğru.

-Neden insanlar ölür Nabeel? Neden sevdiklerimiz ölür? Yangın çıkıp kasabamız kül olsun.. ama o geri gelsin Nabeel, onu geri getir!
*Kimi Carmel? Noldu? Anlat bana hadi..
-Nabeel, o öldü! Graciela'nın tutabildiği tek el gitti uzaklara.. Annesi öldü Nabeel!

Uzunca bir sessizlik girdi araya ve sarıldım küçük adama. uzun zamandır yalnız yaşıyor olmam beni öyle buz kesmiş ki, gözlerimden yaş gelmiyordu hiç.. yavaş yavaş güzel duyguların içine giriyor olsam da, ölümle uzun zamandır çok uzaktım ben. annemi kaybettiğimde çok küçüktüm. babamsa zaten benimle çok ilgisizdi ve her gece eve sarhoş gelirdi. bir akşam eve gelmedi ve sonraki akşamlar da hiç gelmedi.. eskiden Carmel gibiydim ben de! hiç yakınım da yoktu bana bakacak.. daha 10 yaşında ya vardım, ya yoktum; yük gemisinde çalışıyordum. bir gün bu kasabada buldum kendimi ve insanlar hep mutluydu. kendimi buraya ait hissetmesem de burada yaşanabilir, burada ölünebilirdi benim için.. Carmel'e sadece sarılabiliyor ve onun başını okşayabiliyordum. söyleyecek tek bir kelime dahi gelmiyordu aklıma. Carmel ayağa kalktı ve hızlı adımlarla merdivenlere doğru yöneldi. sonra koşmaya başladı ve koşarken gözlerinden düşen yaşları gördüm.. yine ağlayamadım ama içimdeki kopan fırtınaları hissedebiliyordum. beynimde sürekli şimşek gibi çakıyordu Carmel'in "onu geri getir" deyişi..

Daha saat çok geç olmamasına rağmen uyumak istedim. Yatağıma uzandım ve öylece tavanı seyrettim.. saatler ilerliyordu ve ben hala tavana bakıyordum boş boş. bomboş.. Carmel'i düşünüyordum sanırım. küçük bir çocuk çıkarıp kalbini avuçlarıma bırakmış ve benden yardım bekliyormuş gibi.. "kalbimi onar ve bana onu geri getir" demiş gibiydi.. benimse ellerim titriyordu ve ben kalp tutmayı bilmezdim. hele küçük bir çocuğa ait değilmiş gibi gözüken o kocaman kalbi tutabilmek için yeterince büyük değildi ellerim.. düşürüp kırmaktan korktuğum için kalbini onaramadan yerine koydum ve onu teselli bile edebilecek kelimeler seçip cümlelere yerleştiremedim.. Carmel'i de yalnızlığına itmiştim! Bir ara uyuyakalmışım tavanı izlerken..

Sabahın çok erken vakitlerinde uyandım ve yapabileceğim bir şeyler olmalıydı diye düşünürken aklıma bir şeyler gelmişti.. aniden yatağımdan fırladım ve paltomu giydim. sabah saatlerinde yaz-kış fark etmez soğuk olur buralar.. kendimi sokağa atıverdim ve gezinmeye başladım. Graciela'nın evi iki sokak aşağıdaydı ve evlerine doğru yöneldim.. kasabadaki olaylara genelde uzaktım ve insan içine çok nadiren karışırdım. ama bu sefer ne olursa olsun, birileriyle rahatça konuşacaktım yüzlerine bakarak! Graciela'nın evlerinin önünde durup saatin ilerlemesini bekleyecekken, Graciela gibi ufak bir kızın bu kadar erken bir saatte kapılarının önünde oturduğunu gördüm. başını ellerinin arasına almış ve dizlerinden destek alarak oturuyordu öylece. başı eğikti ve düşünceli gibiydi.. yanına gittiğimde gözlerini kapatmış ve beni fark etmediğini sanarak "Merhaba" dedim. yüzüme bile bakmadan kafasını salladı sadece.. yere çömeldim ve artık Graciela ile aynı boydaydık. ellerini tuttum;

*Graciela, duydum olanları..
-Siz kimsiniz?
*Ben Carmel'le birlikte yaşıyorum.. yani o benimle yaşıyor. öyle bir şey işte..
-Aa, evet. bana sizden çok bahsediyor.
*Gerçekten mi? Peki ne diyor?
. .. (saçmaladığımı fark ettim bi anda ve konuşmaya devam ettim)
*Aman, boşver şimdi bunu. ne diyeceğim, benimle biraz yürümek ister misin?
-Nereye gideceğiz?
*Önemli mi? Sadece konuşmak istiyorum biraz seninle..
-Peki.
dedi ve kalktı yerinden. deniz kenarına doğru yürümeye başladık.. deniz kenarına geldiğimizde konuşmaya başladım.
*Baban nerede Graciela?
-Benim babam küçükken vefat etti. Üvey babam vardı, bize bakardı. Sonra annemle ayrıldılar ama beni görmeye gelirdi işinden fırsat buldukça.. Uzun zamandır gelmiyor, yurtdışında yaşıyor. Annemle evli oldukları zaman da zaten yurtdışına giderdi sürekli, işi bunu gerektiriyormuş.
*Peki şuan kiminle kalıyorsun?
-Şimdilik anneannem geldi. Annemin cenazesini kaldıracakmışız bugün, sonra şehre gideceğiz. beni de götürecek. Carmel'e iyi bakın olur mu?
*Carmel'e iyi bakarım tabi fakat seninle çok iyi anlaşıyor. Çok üzülecek bu duruma..
-Gitmeyi ben de istemiyorum. Ama burada kalabileceğim bir yer yok artık..
*Haklısın. Bize gelmek ister misin? Carmel uyanmıştır. Hiçbir şey yemiyor ve odasından çıkmıyor.. Onunla biraz konuşmak ister misin?
-Olur ama anneannem merak eder.
*Ben evinizin orada olacağım, haber veririm merak etme.
-Peki, teşekkür ederim.

Graciela'yı Carmel'in yanına götürdüm. Carmel iki duyguyu aynı anda yaşıyordu Graciela yanına geldiğinde. hem onu gördüğü için sevinmişti, hem de Graciela'nın mutsuz yüzünü görünce üzülmüştü.. Bense Graciela'yı ve onun annesini tanıyan birileriyle konuşabilmek istiyordum. hala yeterince şey bilmiyordum onlara dair ve Graciela'nın buradan gitmemesi için bir şeyler bulmalıydım.. Graciela'nın evlerinin önüne gittim ve beklemeye devam ettim öylece.

Saatler sonra anneannesi pencereden dışarı çıkardı kafasını. Tahminimce Graciela'yı evde göremeyince meraklanmıştı ve ona bakınıyordu. Hemen beni görebilmesi için el salladım ve "Lütfen kapıyı açar mısınız?" diye seslendim. Camdan içeri girip pencereyi kapattı ve aşağıya iniyordu sanırım. Kapıya doğru yaklaştım ben de o sırada ve bekledim.. Kapı açıldığında konuşmaya başladık:

*Ben Graciela'nın arkadaşı olan Carmel'e bakıyorum.. İsmim Nabeel. Biraz konuşabilir miyiz efendim?
-Tabi, buyrun içeri.
*Teşekkür ederim..
İçeri girdikten sonra bir şeyler içip içmeyeceğimi sordu bu yaşlı kadın. istemedim ve o an sadece konuşmalıydım onunla..
*Graciela şuan Carmel'in yanında, merak etmeyin.. Biraz mutsuzluğu geçmesi için Carmel'in yanına götürdüm, üzgünlüğünü alabilir Carmel.. Ayrıca Graciela'yı yanınıza almayı düşünüyormuşsunuz, onu kasabadan ayırmamalısınız efendim.
-İyi düşünmüşsünüz, teşekkür ederim. Diğer konuya gelirsek, burda kalabileceği bir yer var mı sizce? ve burası artık onun için ölüm kokuyor.. onun burada kalacak bir yeri de olsa psikolojisinin daha fazla bozulmasına izin veremem!
*Ama o burada doğmadı mı? Onun çocukluğunu burada geçirmesi gerekmez mi? Burada büyüyor ve burayı seviyor. Hiç bilmediği yerlere götüreceksiniz onu. Deniz kokusunu özleyecek, çimenleri özleyecek, kasaba insanlarının mutlu yüzlerini özleyecek, küçük çocukların koşuşturmalarını özleyecek ve belki en çok da Carmel'i özleyecek.. Onun tek arkadaşı Carmel ve sadece onunla oynuyorlar.
-Ne düşünüyorsunuz siz? Küçücük çocukların birbirlerine sırılsıklam aşık olduğunu mu? Onların büyüyünce birbirleriyle evleneceğini filan mı düşünüyorsunuz? Komik olmayın, masallarda yaşamıyoruz. ve zaten bunları düşünecek durumda da değiliz..
*Size bundan bahsetmiyorum. Psikolojisini düşünüyorsunuz fakat onun oyun çağında bir çocuk olduğunu düşünemiyorsunuz.. Kasabada bir sürü çocuk varken tek anlaşabildiği ve oynayabildiği çocuk Carmel! Onlar birlikteyken çok mutlular. Bunu bilmiyorsunuz belki ama onların yanyana olduklarında yüzlerindeki ifadeyi görmediğinizden kaynaklanıyordur.
-Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim ama fikrimi değiştiremeyeceksiniz. Konuşacağımız başka bir şey var mıydı beyefendi?
*Yok bunak.. (diye mırıldandım)
-Efendim?
*Hayır efendim, başka bir şey yoktu.. Söylediğiniz şey "evimden defolup gider misiniz şimdi?" demenin kibarcasıydı, biliyorum. Kapıyı göstermenize de gerek yok, hiç zahmet etmeyin lütfen.. Yürürken düşüp bir yerlerinizin kırılmasından korkuyorum açıkçası. İyi günler dilerim!

Sözlerimi bitirdikten sonra kendimi evden dışarı hızlı bir şekilde attım ve inanılmaz derecede sinirliydim.. Deniz kenarında biraz yürümeye karar verdim. yürürken içimden denize küçük çocuklar gibi taşları fırlatmak geldi ama sanırım denizi yaşlı kadın olarak görüyordum.. sinirlerimin bana kötü şeyler yaptırmasından korkarak biraz kafamı dinlemek ve düşünmek için deniz kenarındaki o suskun kadının da eskiden hep gittiği minik yemek evine gittim. bir sıcak çikolata söyledim ve denizi seyrettim öylece.. düşüncelerimin beynimi kemirdiğini fark ettim ve düşünmekten vazgeçmeye karar verdim. ama suskun kadın bir yandan, Carmel bir yandan kafamı öyle çok meşgul ediyorlardı ki.. düşünmekten başka çarem olmadığını düşündüm sonra. suskun kadının hiçbir şeyden haberdar olmadığını ve meraklandığını tahmin ediyordum ama ona ayıracak vaktim olmadığından o kadar üzgündüm ki.. Acaba karnını doyurabiliyor mu diye de düşündüm sonra. artık yemek de göndermiyordum çünkü. Carmel ve benim de iştahımız kesilmişti zaten. ben ufak tefek şeyler atıştırabiliyordum, Carmel'inse bir şeyler yediğini görmüyordum.. mektup yazmalıydım suskun kadına, onu unuttuğumu düşünmesini istemiyordum. ama Carmel ve Graciela'nın durumuyla da o kadar meşguldüm ki, ne yapacağımı bilemediğim için suskun kadına da bir mektup yazabilecek durumda değildim. düşüncelerimin arasına Graciela'nın anneannesi de karıştı sonradan. yaşlı kadına o kadar sinirlenmiştim ki, kalbini de kırmak istememiş olmama rağmen kırdım belki. yaşlılığını yüzüne vurmam gerekmezdi, sonuçta yaşlanmış olması onun suçu değil! Sadece Carmel'i düşündüğümden, kızını yeni kaybetmiş bir kadına nasıl davranmam gerektiğini kestiremedim sanırım.. yaşlı kadına olan sinirim geçmiş, yerini bencilliğimden dolayı utanç duygusu kaplamıştı. ama her şeye rağmen Graciela'yı bu kasabadan koparması haksızlıktı..

Hava biraz kararmıştı ve eve gidip Graciela'yı aldım. Onu da evine bıraktım ve tekrar evime geldim.. artık o merdivenleri çıkmak o kadar yorucuydu ki benim için. ve çıkan o gıcırtı sesleri sinirimi bozmaya başlamıştı, bunu fark ettim.. sinirli biri olmaya başlıyordum sanırım, bu kötüydü. ama bir yandan da şöyle düşünüyorum; artık hislerimi dışarı gösterebiliyordum.. uzun zamandır bir yetişkinle bu kadar uzun bir konuşma yaptığımı hatırlamıyorum. hatta hiç yapmamıştım sanırım.. bu benim için de bir adımdı diye düşündüm ve Carmel'in yanına gittim. Ona yine sarıldım ve bu sefer sadece sarılmakla kalmadım:

*Carmel, iyi misin?
-İyi değilim Nabeel. Graciela'nın durumuna çok üzülüyorum.
*Biliyorum küçük adam. ama elimizden bir şey gelmez.. Benden annesini geri getirmemi istemiştin ama bunu yapamayacağımı biliyorsun değil mi? Ona canını ben vermedim, canını da ben almadım. Şimdi onu geri getiremem de.. keşke böyle bir özelliğim olsaydı da, isteğini yerine getirebilseydim Carmel. ama bunu yapamam, anlıyorsun değil mi?
-Evet, anlıyorum. Hiç bu hissettiklerimi hissettin mi Nabeel? Ölümü gördün mü hiç?
*Çaresizliği yaşadım Carmel.. çok kez yaşadım hem de. ama ayaklarımın üzerinde durmalıydım.. benim kimsem yoktu çünkü, tıpkı senin gibiydim. çocukluk nedir, bilmem ben. senden öğreniyorum şimdi Carmel.. beni bu yaşımda eğitiyorsun ve daha da büyüyorum seninle. biliyor musun, insanlar çok kez çaresiz kalırlar.. ve bazen sırf bu yüzden, istemese bile bulunduğu yerden gitmek zorunda kalırlar. ben küçükken doğduğum yerde mutluydum ve gitmek istememiştim.. ama büyüdüğümde de oraya dönmek istemedim. çaresizliği yaşamanı istemem, bu yüzden çabalayacağım Carmel.. üzülme, olur mu?!
-Ama şuan yaşadığım bu Nabeel. Graciela'nın üzülmemesi için hiçbir şey yapamıyorum.. bu çaresizlik değil mi?
*Annesini kaybetti, elbette üzülecek.. ama zamanı geldiğinde buna alışacak. senin ve benim gibi.. bütün insanlar gibi! sen şuan zaten onu mutlu edemezsin. ama ileride mutlu etmek için elinden geleni yapacağına eminim.. ve ben de sana yardım edeceğim.
-Sen çok iyisin Nabeel. Teşekkür ederim!
dedi ve gülümsedi bana. küçük ağzıyla ufak bir tebessüm etmesi bile bana o an o kadar büyük geldi ki.. gözlerinden akan yaşlara rağmen, o minik gülücüğünü benden esirgememişti Carmel.
*Hadi şimdi yatağına git Carmel.. küçükken ne kadar çok uyursan, büyüdüğünde Graciela'yı mutlu etmek için o kadar çok gücün olur ve çabalayabilirsin..
-Tamam Nabeel, iyi geceler.
dedi ve parmak uçlarına kadar kalkarak yüzüme yetişip bir de öpücük kondurdu yanağıma.. sonra dönüp merdivenlere doğru yol aldı.
*İyi geceler küçük adam..
dedim arkasından kısık bir sesle ve gülümsedim.

Sabah yine erken bir saatte kalktım ve ılık bir duş aldım.. duştan çıktıktan sonra sıcak çikolatamı penceremin kenarına koydum. sonra elime bir kağıt, bir de kalem alıp sallanan koltuğuma oturdum. Carmel'in içini biraz olsun rahatlatmış olmanın verdiği huzurla artık suskun kadına da bir mektup yazabilirdim..

Mektubumu bitirdikten sonra evden çıkıp sahile indim. mektup elimdeydi ve onu suskun kadına nasıl vereceğimi düşünüyordum.. bir dal parçası buldum ve onunla kumlardan bir kalp çizdim. kalbin kenarındaki çizgilerinin içini de sahildeki turuncu taşları toplayarak doldurdum.. mektup kağıdını da kalbin tam ortasına koydum.. elimdeki ağaç dalıyla kağıdın üstüne bir delik açtım ve dala tutturup kuma sapladım. Eve geri döndüğümde Carmel uyanmıştı ve beni bekliyordu odamda.. başta odama ben yokken girdiği için kızacak gibi oldum ama öyle uykulu ve masum bakıyordu ki bana, bir şey diyemedim.. koltuğuma oturmayıp, yere oturmuş ve öylece beklemiş beni.

-Günaydın Nabeel.
*Günaydın Carmel.. Nasılsın bakalım bugün?
-Biraz daha iyiyim. dün gece rahat uyumamı sağladığın için tekrar teşekkür ederim.
*Önemli değil..
-Beni yanına aldığın ve bana baktığın için de teşekkür ederim.
*Önemli değil Carmel.. Senden bir şey isteyebilir miyim?
-Tabi ki.. Hemen yaparım, söyle Nabeel!
*Kahvaltıdan sonra suskun kadının evine gider misin?
-Giderim. Yoksa yeniden yemek mi yapmaya başladın?
*Hayır, ona bir mektup yazdım.. ama mektup sahilde ve kadına sahile gidip mektubu almasını ister misin?
-Tamam Nabeel.

*Ona sahile indiğinde kuma saplanmış bir ağaç dalını göreceğini ve oraya gitmesini söyle..
-Söylerim Nabeel.
dedi ve kahvaltımızı bitirdikten sonra o eski heyecanıyla evden koşarak çıktı..

Nabeel'in suskun kadına yazdığı mektup:
. .."birkaç gündür size mektup gönderemediğim için çok üzgünüm. sizi merak ettirdiğimi düşünerek söylüyorum ki, bana kızmayın lütfen.. olayların hiçbirini bilmediğinizi düşünüyorum ve bu yüzden beni suçlayabileceğinizi düşünüyorum. Carmel'in arkadaşı olan ufak kızın, yani Graciela'nın annesi vefat etti birkaç gün önce.. Carmel çok üzgündü ve devamlı yanında olmaya çalıştım. Onunla ilgilenmek zorundayım. Sizi düşünmedim değil, düşündüm çok.. ama elimden bir şey gelmedi, üzgünüm. Carmel biraz daha iyi bugün ve onu size göndereceğim bu mektubu yazdığımı bilmeniz için.. Graciela'yı anneannesi şehre götürecekmiş, bunu daha Carmel bilmiyor. öğrenince çok üzüleceğini düşünüyorum. Sizden bir ricam olacak; Carmel'i sevdiyseniz şayet, ona Graciela'nın gideceğini öğrendiği süredeki zor günlerinde yardım eder misiniz? Ben pek konuşmasını beceremiyorum ve bu yüzden sanırım insanlarla zor iletişim kurabiliyorum.. ona nasıl yardım edebileceğim konusunda bir bilgim yok, pek düşünemiyorum. Onu o zor günlerinde arada size göndereceğim, ilgilenirseniz sevinirim.. ve sizi özlediğimi belirtmek isterim!"

  • Dipnot: Hikâyenin devamını(yani suskun kadının kısmını) yine yazacak olan arkadaşım •düşler kon∫erves¡•'dir.. Eğer hikâyeyi kopuk kopuk istemiyorsanız, takip etmenizi öneririm..
  • İkinci Dipnot: Fotoğraf "Berkay Metin GEÇİCİ"ye aittir. Sevgilerimi sunarım..

6 Nisan 2009 Pazartesi

Kapalıyı bitirdik ya, açığımız kusur kaldı!

Haftasonu dinlenmek içindir yanlış hatırlamıyorsam.. Cuma gününden başladı bi stres, pazartesiye kadar sürdü. bu nasıl bir dinlenmedir yahu? Uyku denilen şey kalmadı bende ve saat 12.00'da kalkmış olmama rağmen (bütün günümü yemiş gibi hissediyorum), hala uykumu alabilmiş gibi değilim. haftasonu zaten yapmak istediğim hiçbir şeyi de yapamamış gibi hissediyorum.. bir yandan her şey düzene oturuyormuş gibi olsa da, bu kötü hisler hiç gitmiyor. Neyse, ben konumuza dönüyorum hemen..

> 04 Nisan 2009, Cumartesi günü. Açık Öğretim ilk ara sınav günümüz!

Tamamen bir işkence! İlk olarak otobüs duraklarında bekleyen bir ton öğrenci tipli, ellerinde poşetler ve poşetlerin içinde de muhtemelen kalem,silgi ile sınava giriş belgeleri bulunan insanları görüyoruz.. İlk gün Allah'tan ağabeyim götürdü beni sınav yerine de, yoksa hayatta çekilmezdi o yol. Sınav yerine vardığımızda insanlara baktım da şöyle bir, nasıl da rahatlar.. kimsenin sınav umrunda değil gibi. bir grup kız arkadaşlar erkekleri kesiyor, bir grup erkek arkadaşlar kızları kesiyor.. Aman Allah'ım! Sonra çok yakın bir arkadaşımı gördüm de, rahatladım biraz ben de. Emre adındaki arkadaşım yanıma geldi, onda da bir şaşkınlık var.. ne yapacağını bilmez gibi! "ben niye geldim buraya lan?" tipi vardı. onu uykusuzluğuna veriyorum.. sonradan açıldı zaten.. en sonunda derslerin muhabbetine girebildik!
"naptın? çalıştın mı?" diye bir soru yöneltti bana..
"eh işte. 1 haftadır bakabildim anca" diyebildim ben de sıkıntıyla.
"ben de fazla çalışamadım ama kolay olur diye düşünüyorum. bi matematik zorlarsa zorlar, bir de muhasebeden biraz korkuyorum" dedi Emre..

zaten 4 tane dersten gireceğiz. yarısından şüphelisin be abicim! diyesim gelse de tuttum kendimi. çünkü ben de aynı şekildeyim :)

"valla ne yalan söyleyeyim, aynı durumdayım Emre'cim" dedim..
sonra bi an sormayı akıl edebildim;
"hangi bloktasın?"
"A bloktayım" dedi Emre..
"Aha, ben de A bloktayım. sınıfın hangisi?"
"18 No.lu sınıftayım.sen hangi sınıftasın?" dediği anda hayallerim yıkıldı adeta.. sanki bizim sınıfta olsa kopya çekebilecekmişiz gibi düşündüm. hani ikimizden biri de çok çalıştık ya sınavlara(!) birbirimize yardım edeceğiz aklımız sıra :)
"16 No.lu sınıftayım.neyse Emre'cim, hadi girelim içeri" dedim..

Yürümeye başladık ama yürüdükçe benim stresim iki kat artıyor. sonra kendimi avutma ve rahatlatma politikasını uyguluyorum;
"Emre, herkes Açık Öğretim sınavları kolay oluyor diyor.. Yani çalışmadan geçen çokmuş. Önemli olan sorularda mantık yürütebilmekmiş. E biz de akıllı çocuklarız hani, geçeriz değil mi?" diyorum..
"Geçeriz tabi kanka, rahat ol" diyor Emre de..
"Hıı, tamam o zaman. Yaparız yahu, n'olcak! Hem çok olmasa da çalıştık sayılır.. yani mantık yürütebiliriz değil mi?" diyorum..
"Yürütürüz, yürütürüz. merak etme sen! hadi başarılar Tunca!" diyor ve sınıfına doğru yürümeye başlıyor Emre.

İlk gün sınav bitiyor! ve matematikten hiç beklemediğim kadar çok soru yapıyorum.. Muhasebe sınavım da güzel geçiyor.. çünkü 15-20 tane kayıt sorusu var. e ben de zaten kayıtlara baktım hep kitaptan.. yani, doğru yapmışımdır herhalde! Temel Bilgi Teknolojileri dersi zaten bilgisayar dersi.. Windows ve Linux'un bir İşletim Sistemi olduğunu, Word ve Excel gibi programların işlevlerini ve yukarıdaki menü elemanlarında da neler bulunduğunu, ROM ve RAM'in ne işe yaradığını, giriş-çıkış birimlerini, yazılımların neler olduğunu bildikten sonra o sınavı geçememe gibi bir imkânınız zaten yok.. Hukuk dersine de hem çalışmıştım, hem de sınavda güzel mantık yürüttüğümü düşünürsek; güzel bir ilk ara sınav geçirdiğimi de düşünebiliriz..

Sınavdan çıktıktan sonra Emre ile evimize dönerken konuşmalarımız ayrı bi güzeldi. onun da sınavı kötü geçmemiş.. yani gerçekten çalışmadan bir şeyler yapabildik ama öyle de düşündüğümüz kadar basit değilmiş :)

Benim o an canımı sıkansa, ikinci ara sınavda gireceğim derslerin hiçbirine adam akıllı bakamamış olmamdı! İşletme dersine hiç çalışmamıştım. Temel Davranış Bilimleri sosyoloji ama sevgili düşünürlerin neler yaptıklarını tamamen unutmuşum.. O derse de birazcık bakabildim! İktisatsa tamamen bir korkulu rüyaydı benim için. Hani çalıştım ona da çok az ama, yok kardeşim! Öyle çok az çalışmayla geçilebilecek bir ders hiç değil..

Biraz daha bakabilmek için bu derslere sadece 3 saatim kalmıştı. Çünkü akşam da düğüne gidip, fotoğraf çekecektim. Sahi, düğün fotoğrafçılığı yaptığımı söylemedim hiç şu güne kadar :) zaten yeni başladım sayılır.. bu benim dördüncü düğünüm olacaktı! ve gece eve 1'de geleceğimi düşünürsek, stresim çok daha fazla artıyordu.. çünkü Uludağ Üniversitesi'nde gireceğim sınava ve bizim evden tam 1 saat sürüyor otobüsle. Ağabeyimin de tatil günü ve beni götürmek için uyanmasını isteyemem.. Kısacası benim pazar sabahı saat 7'de ayakta olmam gerekiyordu ve toplam 6 saat kadar uyuyacaktım! Önceki günden de uykusuz olduğumu düşünelim, işkence tamamen!

Güzel bir düğün geçirdik ve bunu şu şekilde süsleyebiliriz:
-Sevenleri sevdiğine vermediler, vermedileeeer.. güzel yüzlüm, şirin sözlüm çok gördüler, çok gördüleeeer! Abe kaynana, naptın bize? naptın bize? naptın bizeeee? Biz birbirimizi çok sevdik.. kaçıyoz bize, kaçıyoz yarimleeee!
Ahah, artık ezberledim bu şarkıyı. Gelin-Damat havası mıymış, neymiş :)

> 05 Nisan 2009, Pazar günü. Açık Öğretim ikinci ara sınav günümüz!

Tanıdık kimse yoktu ilk üniversitenin kampüsüne gittiğimde.. ve sınava gireceğim fakültede de hiç tanıdık göremedim. aman, zaten sınava 10dk. kala ordaydım ve kimseyle konuşacak vaktim de yoktu açıkçası..

2 saat süren sınavın yine sonuna kadar bekledim. zaten yine sınavdan en son çıkan bendim! yalnız önümdeki sırada oturan kıza takıldı kafam, "15dk'da sen ne yaptın da bitirdin sınavı?" diyesim geldi.. Yahu 36 tane işletme sorusu var ve sorular okunmalı. öyle kısa soru yok! çözeceğin matematiksel işlemi olan sorular da yok işletmede.. 30 tane Davranış Bilimleri sorusu var ki, e sosyoloji ve psikolojiyi lisede hepimiz gördük.. soruların uzun olduğunu ve okunmadan çözülemeyeceğini de biliyoruz! 36 tane İktisat sorusu var ki, zaten onlar ölüm.. yani 15dk.da bitebilecek bir sınav değil, hatta 2 saatte bile ben zor bitirdim. son 5dk. kala bitti benim sınavım ve son 5dk. kala sınıftan çıkmak yasak olduğundan tek başıma oturdum öyle en arka sırada.. İki tane öğretim üyesi vardı sınıfta, onlarla sohbet ettik 5dk. :)

Gelelim sınavımın nasıl geçtiğine!
Hiç çalışmadığım işletmeden bütün soruları yaptım.. hiç kafadan attığım soru yok yani! öyle güzel mantık yürütülebilecek sorular vardı ki, insanın bundan sonra da işletmeye çalışası gelmiyor :) Sınavdan çıktığımda "Benden personel değil, işletmeci olur abi!" diyesim geldi..
Davranış Bilimleri sınavım komediydi.. 5-6 tane düşünür sorusu vardı ve hepsini karıştırdım. aklıma hangisinin ne yaptığı gelmedi! sadece şunu hatırlıyorum; "Karl Marx, Hegel miydi neydi.. ondan etkilenmiştir ve çatışmayı savunur.. Karl Marx'ı görünce, çatışma şıkkını işaretleyeceksin abicim. o kadar!" diğer düşünür sorularıysa; kitapta sırasıyla hangisini okuduysam, onları işaretledim açıkçası.. yani kitapta sırasıyla hangi düşünürü tanıttıysa, soru sıralamalarına göre de onları işaretledim! Auguste Comte, Herbert Spencer, Durkheim ve Mead :)) Adamların isimlerini hatırlıyorum da, ne yaptıklarını tam olarak hatırlayamadım işte.. Mead düşünürümüze iki soruda şans tanıdım, Herbert Spencer,Durkheim ve Comte'a da birer sorularda şans tanıdım. Mead düşünürümüzün muhtemelen bi tane sorusu muhakkak tutacaktır, içime doğdu! Comte çok bilindik olduğunda tutmayabilir ama Spencer da muhakkak tutacak bakın! Durkheim ise geçen seneki sorulardan birinin cevabı olduğundan, onun durumu biraz şüpheli.. tutmayabilir yani :))
Neyse.. diğer sorular güzeldi ama. yine mantık yürütülebilecek sorular vardı. kısacası bu sınav da güzel geçti!

Amaaaa!
İktisat nedir öyle ya? tam 1 saat iktisatla uğraşmışımdır rahat.. hani ne biliyorum da, uğraştım(!) onu da bilmiyorum ama uğraştım yani. mantık yürütmeye çalıştım, o piti piti yaptım falan filan derken sorular öyle geçiverdi.. 36 soru da bitti ve sınavın bitimine son 5dk. kalmıştı! gerisini yukarda anlattım :)

UYKUM VAAAAR!
Alarmı çalmaya başlamış olmasına rağmen, eve geldiğim gibi hemen kendimi geri dışarı atasım vardı! 1 hafta boyunca eve dersler için kapanmış olduğumu ve ondan öncesinde de zaten çok fazla dışarı çıkmadığımı düşünürsek, gezmeye ihtiyacım vardı! Uykum var ama çıkıp gezmeye ve bol bol fotoğraf çekmeye de ihtiyacım vardı..
Kısacası, bunu da yaptım!
Çıktım, gezdim ve bol bol fotoğraf çektim.
Olaylar da olmadı değil, kötü olan şeyler de vardı ama bunları anlatmak istemiyorum.. şikayetçi değilim, kötü insanlar her yerdeler! sonuçta onlardan kurtulmaya çalışmaktan vazgeçtim, mücadele de etmiyorum artık.. kafasına göre davransınlar, ben de bildiğimi okurum öyle. sessiz ve sakin bir yaşam sürüyorum :)
Gece 1 gibi uyumuşum artık. ve 12.00'da ayaklandım!
Hala uykum olduğunu söylemeden geçemiyorum..

---

Dipnot: Çalışmadan açıktan bile öğrenilmez! Çalışmadan açıktan bile geçilmez!

2. ve söylemekten bıktığım Dipnot: Aşk ve sevginin değerini bilmenizi öneriyorum.. devir kötü, bulunmaz kötüden ötürü!

"duvara yazdım" kısmına yazmakla uğraşamayacağım için de küçük bir duvara yazdığım şeyi buraya eklemek istiyorum:

'rüyamda seni gördüm ve iyiki yarım kalıp uyandım.
çünkü sen ve ben, o çok sevdiğin aşk filmlerinin içinde yokuz..
masallar gerçek değildir; sen ve ben, sadece masaldan ibarettik..
bizimse, masalımız bile yarım kaldı.