27 Mayıs 2009 Çarşamba

Sütten çıkmış ak kaşık değildim
Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza.
mehmet coşkundeniz / ayrılığın ilanı

26 Mayıs 2009 Salı

-aş(k)atınca- batmasam da, çıkamadığım çukurlar


ya valizim doldurulamayacak kadar ufaktı, ya da yanıma alacaklarım çok fazlaydı.
saklanbaç oynadığımız sokağımda, bir ebenin gözleriyle sadece sana baktım ve bulamadım
gitmek istediğim yerler buralar gibi değil. deniz dalgalarına, yosun kokularına, ayağımı yakan sahil kumlarına özlemim
ya ben buralara tutsağım, ya da buralar bensiz kalmamayı çok iyi biliyor..
sokağım sakin ve karanlık.. oysa ben kalabalıkta yalnız kalmayı ve karanlıkta parlamayı çok severdim

günler geçti, biteceği yerde gitti.
sustum, susadım..
biz hep birbirimize susayalım.
'derken
niceleri çıkar karşına, alır seni benden.

ve sadece iki seçenek vardı.. masallardaki perili evin en güzel penceresinden manzarayı seyretmeyi seçmeliydik. omzuma başını koyup, arkamdan sarılarak! en olmaması gereken yolu seçtik. sen evin dışında, ben gökyüzünden yukarıda!

kırık, dökük, paramparça edilmiş hayallere rağmen susadım ve koştum sana doğru. senin için yürüdüğüm kilometrelerce yol, çabuk bitsin diye dua ederken ben.. ittin, yıktın, düştüm.. tökezleyerek geri dönmesi var.
şimdi
öl-
üm
ayırdı
deme-
yeceğim de..
ayrılırken
öl-
düm.

nefesim nefesindeyken, gözlerimi kapatıp bana dinlettiğin en sevdiğim şarkıyı hatırlarım.
tenim teninle sevişirken, gözlerini kapatıp sana söylediğim en güzel aşk masalın.ım..
kuru bir yaprağın, dalından düşen hallerinden anlayanım

23 Mayıs 2009 Cumartesi

aşktadında

kokusunda huzur bulup
kokladığım ve hep koklamak istediğim
menekşe gibiydi yapraklarım
sana söylemeliydim
yudum yudum içtiğim şaraptan
kekremsi bir tat kalırken dilimde
içime kadar işlemiş aşkın gizemliliğinde
saklandığım ağaç arkasında kalmak
kuru yaprakların gölgesinde gizlenmek
korkmak ve yanlış zamanlarda solmak
bu değildi beklediğim
senle beni
benle seni
aşka benzettim
işte o zamanlar
sana söyleyemedim
yumuşacık ellerinle örttüğün suretim
pembemsi yanaklar bırakırken yüzümde
turuncu düşünceler çizdiğin göğsümde
masmavi düşler aldığın gözümde
şimdi kokun her yerimde
ve sana söyleyeceğim
rüyamda uyanırken öpüşünle
gerçekleştiğini göreceğim

15 Mayıs 2009 Cuma

onbeşmayıs/ kızılsana

ben senden giderken, hata yapmadım. senden sonra tökezledim hep.. farkında değildin hiç, sen benden vazgeçerken hata yaptın.
bir gün sana geleceğimi biliyordun, bunu intikam olarak kullanmak istedin.. farkında değilsin hiç, bunu yapabilecek hislerin hala yok.

sen kristal kirpiklerimden öperken,
ben turuncu mektuplarını okurken,
hayatıma giren bir hata yüzünden
yapmadığım diğer hatalarla suçlanıyorum..

1 Mayıs 2009 Cuma

Fısıltı #1 - #2 ve #3(Yeni) Birarada

#1

Büyük bir hışımla çıkmıştı evden.. kaldırım taşlarını sökercesine , hızlı adımlarla yürüyordu. terk edilmiş bir kasabaydı sanki yaşadığı şehri ve sokak lambalarının sönük olmasına aldırış etmeden, sinirli tavrından hiç vazgeçmeyerek yürümeye devam etti.. hızlı, hızlı ve daha hızlı.. koşmaya başlamıştı. koşarken bir anda gözlerinden süzülen bir damla gözyaşı, yere düştü.. ve sonra daha fazla, daha fazla gözyaşı. ağlamak onu yumuşatmış olsa da, siniri hala geçmemişti.. sonunda o en sevdiği yere geldi; değirmenler! işte o an sinirleri yatışmıştı fakat, gözyaşlarının şiddeti kontrolden çıkmıştı.. çimlere oturup değirmenleri izledi ve ağlamasına engel olamıyordu. sessiz.. çok sessiz bir fısıltı duydu; ama nerden geldiğini anlayamadı ve buna aldırış etmekten de vazgeçip, kaldığı yerden ağlamaya devam etti..

...

özlemiş yalnızlığı..
çığlıklar kadar simsiyah,
değeri kalmayan yağmur tanelerinin
bir vücuda yapışmış kan emicilerinin
taarruzundan uzakta,
özlemiş yapayalnız kalmayı..
...

Sessiz kalmayı başardı sonunda. bedeni kanarcasına batmak istedi oturduğu yerde toprağa.. dudakları sızlayana kadar kemirdi ve yoldu etlerini. sonra hepsini tükürdü.

değirmenlere baktı, ağladı
avuçlarına baktı, ağladı
gökyüzüne baktı, ağladı
yüreğini tuttu, kanadı..

hiçbir yağmur bu kadar uzun süzülmedi yüzünde, gözyaşlarının süzüldüğü kadar.. yüzü kazılana kadar akıttı damlalarını, sonra yine sustu. bu acizliğinden kurtulmak istercesine, gözleri yalvarır gibi baktı değirmenlere..

sonra bir fısıltı duydu sessiz.. çok sessiz!

#2

uykudan uyandı.. o kadar ağladıktan sonra, uyuyakalmış çimlerin üzerinde. ufak bir çocuk gördü koşturan; pamuk gibi elleri, minik burnu olan..
izledi, izledi
ve
gülümsedi!
çocukluğunu özlemiş gibiydi.. altın renginde ufak bir oğlan çocuğuydu izlediği. kendine benzemiyordu hiç. ama çocuğun koşarken yüzündeki o gülümseme ile onu izlerkenki gülümseyişi aynıydı.. gözlerini ayırmadan izlemeye ve gülmeye devam etti.
mutluca..

arkasından annesi bağırıyordu çocuğa. ve çocuk düştü.. altın rengindeki saçları, elleri, parmakları, tırnakları ve üzerindeki her şey çamura bulandı. çocuk düştü ve ağladı.. çocuğu izlemeye devam etti ve o da ağladı. çocukla birlikte hareket ediyor, çocukla birlikte yaşıyordu olup biten her şeyi.. annesi çocuğa bir tokat attı. sonra sarıldı. sımsıkı sarıldı. ve ağladılar! annesinin de üstü çamur olmuştu..

yüzünü çevirdi.. kalktı ayağa ve yürümeye başladı. ayakkabılarının olmadığını fark etti.. çalınmış!
yüzünü gösterdi.. güneşe gözlerini kısarak baktı ve kollarını açtı. sarhoşlar gibi döndü ertafında.. fırıldak kadar hızlı!
yüzünü örttü sonra.. bir daha güneş göremeyecek gibi. ölüler gibi sarıldı bedenine, sardı kendini.. gözlerini tamamen kapattı!

sözü incitir dolunayı
ve çekirdek kabuğunu çatlatır kıskançlığı
inceden süzülür yüzünden aydınlığı
karanlık ..
gözleri kanlanmış. bulanık

değirmenlerden uzağa, kaldırımlardan taş duvarlara.. tümünü sildi yüreğinden ve yalnızlık pelerinini taktı yine sırtına. hem rüzgârlarında üşümüyor, hem de vücuduna akıttığı sıcak gözyaşlarında ısınmıyordu.. yalnızlık pelerini onu hiç sıcak tutmuyordu.

yine bir fısıltı..
-duyuyor musun beni? bana yardım et.
. ..anlamadı
-orda mısın? beni kurtarmalısın, ölüyorum.
. ..şaşkındı
-lütfen, lütfen duy beni. elimden tut!
. ..sessiz kaldı

artık aldırış etmeye başlamıştı duyduğu bu sese..
evet, fısıltı. gittikçe daha derinden gelen, gittikçe daha kalınlaşan ses.

yardım isteyen bir çaresiz ..

#3

her yutkunduğunda ağzına bir kan tadı gelmeye başladı. bir süre sonra burnu da kanamaya başladı. başı ağrıyordu çok. bu sesler, en çok beynini yoruyordu.. iç ses gibi başlıyor, sonra büyüyordu gittikçe. ve bu durumdan daha da korkmaya başladı kendi içinde. ne yapacağını bilemez bir şekilde..

...

özgür bırakılmış ruhlar seçmeli
güneşte esmerleşmiş ve sapkın olmayan
bağırdığında sesini duyabilecek insanların olduğu,
korkmadan koşabilecek hür sokakların bulunduğu,
çığlıkların aydınlığa kavuştuğu bir dünya..
ruhlar ve çocuklar oynamalı hüzne bulanmış bulutlarda

...

vücudunda yaralar çıkmaya başladığını fark etmedi bir süre. parkta olup bitenleri izlemek için bir ağacın altına otururken ağrılarını hissedince fark etti. bazısı açık, çoğu kapalı yaralardı ve etraflarında morluklar oluşmuştu.. uzanınca ağrı hissetmedi yine ve aldırış etmedi bu duruma. önünden hoş bir kadın geçiyordu ve arkasından onu izleyen bir sürü erkek gördü.. ince topuklarıyla geziyordu kadın ve fıstık yeşili bir elbisesi vardı üzerinde. çekici bir kadındı..

değirmenlerden, dalgaların sesinden ve kır kokularından iyice uzaklaşmıştı artık. taş duvarların örüldüğü, insanların rahatça yayıldığı kalabalık bir ortamdaydı. ve buralar tehlikeliydi.. bir yaban gibi hissetti kendini, buralara yabancı bir insan.. o kadar kalabalıktı ki etraf, istediği yalnızlığa buralarda kavuşamazdı. fakat buraya kendi isteğiyle de gelmemişti.. kafasındaki ses onu kontrol ediyordu sanki ve nerden geliyorsa ayakları oraya doğru gidiyordu. ses yakınlaştıkça daha da yorgun hissediyor kendini, duruluyordu bir köşede.

ağaçları seyretti bir süre. yaprakları kurumuş.. kökleri de güneşten bunalmış iyice gömmüşler kendilerini toprağa. böylesine güzel bir yaz mevsiminde yaprakların kuruduğunu şaşırdı ve her şeyin böylesine ters gittiğine de anlam veremedi. birileriyle konuşmak istiyor ama sessizliğinden ödün vermiyordu.. kimseye, kimselere ihtiyacı yokmuş gibi davranmaktan vazgeçmiyordu.
sonunda
sonucu
hiç
iyi
olmayacak bir
sonu
yaşamak gibiydi
bu
son.
ve son kez gidivermeli buralardan, uzaklaşmalı aydınlık mekânlardan.. esintinin bungun bir ruh hâli bırakmayan, yağmurun ıslatan yerlerine gitmeli dünyanın.
nasıl bir son bekliyorsa onu, o sonu en güzel şekilde yaşamalı ve yaşatmalıydı kendince..

yardım çağrılarına kulak asmadı yine ve gözlerini kapatarak caddeye bıraktı kendini. koştukça koştu.. nereye gittiğini bilmiyordu ama buralardan uzaklaşacaktı.

gün ağardı, deniz buruk ve dalgalar dingin
martıların gökyüzünde sevişmeleriyle birlikte, izlemeye doyum olmayan bir aşk hikâyesi gibi..
gün çok ağırdı, deniz soğuk ve dalgalar yorgun
vücudundaki yaralarla birlikte, bu acının rutinleşeceğinin bilincindeydi..
son bir kez gün ağrıdı ve arkasına bakmadan çiçekleri de, böcekleri de yudum yudum içti su niyetine.. sonra bulutlarıyla dünyaya ağladı, dünyaya kustu.. insanlara yalvardı, insanlara sustu..
hepsinin niyeti aynı diye,
hepsinin derdi aynı diye..

fısıltıyı duydu! aldırmayacağına yemin etmişti ama kulağına gelen ses o kadar tanıdıktı ki..
altın renginde saçı olan o ufak çocuğun annesine bağırışı gibiydi bu ses.. fısıltıdan çok, bir çığlık gibi kulağına ilişti. ve gözünün önüne anlık bir şekilde geldi çocuğun yüzü.. yardım ister gibiydi.
sese doğru yürüdü. gözleri kapalı.. ve derin derin nefes aldı.
çocuğu bulmak zorundaydı