15 Eylül 2020 Salı

~tut ki anlamadım.

. ..Öyle geçmişimden kazdığım kuyulardan herhangi bir rahatsızlığım olmadı zaman geçtikçe. Sanırım fazla geçmişte kalındı. Biliyorsun, benim bir sandığım vardı. O nerede mesela, artık onu bile bilmiyorum. Hele içindekiler? Anıların yerlerini ne alıyor zamanla? Kin mi, nefret mi, saygı mı, özlem mi? Peki hiçbirini hissetmiyorsak, ona ne demeli? Boşver, cevap vermeyelim. 

Ben burada büyüdüm resmen. Kendimle çeliştim, kendimle üzüldüm, kendimle kavga ettim. Büyümeme yardımcı olanlar olmuştur, reklama girmeden önce herkese buradan selamlarımla birlikte teşekkürlerimi iletiyorum. Ama sahiden buradan büyüdüm. Yeri geldi aylarca yazmadım, yeri geldi yıllarca yazmadım. Yine de çürümüyor bazı şeyler sanırım. İçten içe çatışmalarımı hallettim de geldim ben bu sene. Ama hep bir yenisi başlıyor, yalan mı? Kaç yaşında olursak olalım, çatışmalar, karmaşalar hiç bitmiyor. Sonuçta bize ezberletilen şeyleri yaşıyoruz, öyle düşünmeye zorlanıyoruz. Asla kendi düşüncelerimizi dile getiremiyoruz, korkuyoruz. Çünkü söylersek, karşımızdaki de bizim kadar robot olarak yetiştirildiği için tepkisi belli. Örnek mi vereyim? Hayır, buna da cevap vermeyelim. Yanlış anlaşılmaktan korkarım. Ah evet, bu bile örnek sayılır mesela.

Yıl olmuş bilmem kaç, hala zamanı durduracak bir alet icat edememiş olmamızın sorumlusu kim bilmiyorum ama bu durum beni rahatsız etmiyor değil. Zira yerinde saymasını istediğim yaş değil, yaşananlar. Turuncu kahramanlığımı bile yeri geldiğinde çöp kenarına bırakıyorum. Bu durumdan mağdur olan bir tek ben olmuyorum. Sadece ben olsam, inan önemli değil. Ama bencillik bana her zaman emanet durmuştur. Ya da ben öyle zannediyorum. Sonuç olarak zaman durmalı, turuncu bulutlar renkten renge koşmamalı. Yoruluyoruz yoksa.

Özlemek yalnızca geçmişte yaşananlara has bir his değil, bunu neden anlatamıyorum? Hala içinde olduğum durumu dahi özleyebilme imkanım var benim. Sanırım kaybetme korkusu da buna yandaşlık ediyor. Aksi halde herkesin haklı olduğunu, kendimin ise haksız olduğunu kabullenebilirdim. Ama öyle değil işte. Geçtiğim yolları henüz geçerken özlemeye başlarım, bir daha geçemeyeceğim korkusuyla.

Aldığım nefes yeterli, fazlasında gözüm yok. Bilmediğim bir şehirde yürümek gibi bir hayalim de yok. Sokaklarda çıplak ayak gezerken yağmur da yağsın gibi bir derdim hiç yok. Anlıyor musun, gerçekçiliğimde artık sınır yok. Artık verecek tavizim, toparlamaya gücüm yok. Benim halim vaktim belli, yabancılarda gözüm yok. 

Her neyse, anlatacak pek bir şeyim yok aslında. İyi hayatlar.

22 Mart 2020 Pazar

~bensen(o)

O, büyüyordu. Sallanan tahta köprüyü çoğu zaman tek başına geçiyor ve bir gün kaygısız adımlarının taşa takılıp yuvarlanacağını bilmiyordu. O zaman gelene kadar ise ona öğretilmiş, programlanmış bir mücadelenin içinden çıktığını anlamayacaktı. Önemli değildi aslında. Sonuçta herkes aynı olmakla meşgulken, o neden farklı olmayı seçecekti ki?

O, salıncakta sallanan küçük bir çocuğun kalbine sahipti şansına. Hiç biri.nden ve aslında kimse.den nefret edemeyecek kadar güzel kalbinin zamanı geldiğinde yosun bağlayacağını bilmeden yürürdü yolun ortasından. Hem kimse de uyarmamıştı zaten. Uyarsalar bile ne fark eder? Yine temiz düşüncelerini alıp bavuluna, bildiğini okuyacaktı sonuçta. Farkında olmadan sevecek, farkında olmadan üzülecek ve yine hiç fark etmediği biri tarafından sevilecekti. Kendini, ona bakanların gördüğü gibi görene dek yalnızca aynada görecek, kendini bile fark etmeyecekti. Sonra her seferinde tarih tekerrür edecek, usulca büyüyecekti. Aslında hiçbir şeyin kontrolünde olmadığını öğrendiğindeyse, kendini kimse.nin fark edemeyeceği bir sahil kenarına sürüklenmiş kum tanelerinden biri gibi hissedecekti. Hiçbir yeri mesken edememiş, dayanamayacağı vaziyette virane olmuş, şimdi nerelere gideyim diye düşünürken celladının geldiğini dahi görememişti.

O, bir kuşun masumiyetine yakışır şekilde yaşamıştı oysa. Hiçbir mazerete dayandırmadan yaşadıklarını, bilakis, kaçmadan kabullenmişti olduğu gibi. Sonsuz mutluluk diye bir şeyin olmayacağını biliyordu belki sadece, lakin yine de istemişti onu. Muhtemelen tek tezatlığı da buydu. Kırılgandı gözleri, bir damla suyu akıtacak bahanesi hiç bitmezdi. Burnunun ucu sızlardı da ses etmezdi sırf aldığı nefese hakaret olmasın diye.

O, tıpkı herkes gibi öldü. Kokusu da yanında gömüldü.

10 Mart 2020 Salı

~hatırısayılırbirgeçmişimvar

. ..

Havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez; gözlüklerini takmazsam şayet, güneşin yakıp kavuracağını düşündüğüm bi' kalbe sahibim. Öyle tepesinden su dökmekle de dinmeyecek bi' ateş tutarsa eğer, yakarız el birliğiyle o müzeyyen hayatı.

Çünkü korkarak yaşamaya gelmedim dünyaya. Elimdeki poşette de "kim ne der", "ama bak bu doğru değil" vb. toplum dayatmaları mevcut değil. İçinde sadece kendi doğrularım var ve muhtemelen birkaç mutfak alışverişi yapmışımdır. Kısacası, tamamıyla gerçekliğimi sunuyorum herkese, hepinize. Zor bir adam olabilirim çoğu zaman ama asla anlaşılması güç bir kişiliğe bürünüp olmadığım biriymişim gibi davranmıyorum. Tamam, açık bir kitap olduğumu da iddia edemem ama en net ipuçlarını sunarak alıyorum herkesi hayatıma. O halde korkacak ne var ki zaten? Ne şekilde olduğunu önemsemeden yanımda olmaktan korkacak ne var mesela? Yaşamaktan korkmuyorum, aksine keyif aldığım ve çoğu zaman alaycı olduğum da doğrudur. Bu beni vurdumduymaz değil, sadece eğlenceli yapıyor azizim. Ah evet! Yıllar beni eğlenceli bir insan haline getirdi nihayet. Geçmiş yazılarımın çoğunda hissettiğiniz o buhranlarımı attım üzerimden ve duygusuz bir piç oldum. Şaka şaka, hala bi' sürü güzel duygularım var. Sadece biraz büyüdüm. 

Madem küresel ısınmaya rağmen hatırladık baharın ne kadar güzel koktuğunu, madem buruşacak vücudumuzun zamanlarına daha da bir yaklaştık ve buna rağmen meydan okuduk duygulara; o halde bir fincan kahvenin hatırı ise muhabbet, iki duble rakının da hakkıdır sevişmek.