11 Eylül 2010 Cumartesi

düğüm


'sarılmamı istemezsin diye
üstünü örttüm,
üşümedin.
üstünü giydirmeme izin vermezsin diye
yalnızca düğmelerini ilikledim,
düğümledin.
uçurumdan sarkmış bir ruh var, bedeninden kopup düşecek diye korkuyorum.. usandırdım kendimden ölümü, benimle uğraşmasın diye. sana gelirken o kadar çok tökezleyeceğim ki zaten, bir de önüme bir sürü engel koyulmasından korkarım.. utandırdım üzerimdeki bakışları, süzülmem hoşuna gitmiyor diye. sana bakarken o kadar çok yoruluyorum ki zaten, kirpiklerimi saniyelik kapatıp açtığımda olmayacağından korkarım..

ne biçilmiş kaftanız birbirimize
ne de bir gemimiz var ufka yol alacak..
söyle:-
"nedendir susuşların söz sendeyken?
aşklarını gömmediysen toprağına
nedendir izin vermen, benim o topraklarda yürümeme?
günah değil mi cesetlerine?"
ben ne esintileri yendim
içimdeki ölüleri mi canlandıramayacağım?
ben istemedikçe sayın hayalet sürücü,
süremezsin beni hiçbir yere..

9 Temmuz 2010 Cuma

ellerim.iz

bana ellerini anlatmalısın sevdiğim..
ellerini tutamadığım her günün sarsıntısına karşılık olarak, ellerini anlat bana. nasıl anlattığın hiç önemli değil, yeter ki anlattığında ellerini hissedeyim.
günlerdir içimde biriken özlemin, yıllar geçirmişçesine büyüyor. büyüdükçe sana daha yakınlaşıyorum sanki.

uzun sürecek bir misafirliğe geliyorum kalbine.. özene bezene hazırlanarak geliyorum, tenimi beklettim ve sakladım sana. her gün kaçtığım sensizlikten ötürü yorulmak üzereyim ve dinlenmeye geliyorum kalbine -bil ki uzun kalacağım-. ama kalabalık yaratırsam, söyle. söyle ki sevdiğim kadın, plânsız gitmeden önce susarım odacıklarında. belki gözünden kaçıp saklanırım seni beklemek üzere..

kimler unutmuş adını, kimler çalmış sazını. ben sorana yayarım
içimdeki şânını, seni bilmem..
ruhu bütün bir beden, kapıları kapanmış bir kale misaliyim. onca savaştan çıkmış, artık fetihe giderim..

benim nedensizce gidişlerim olurdu, nedensizce susuşlarımın olduğu gibi. çok kişi aptallığımdan olduğunu düşünmüştür belki.. ama hiçbiri de düşünüp hissettiremediklerini konuşmamıştı. yatağıma girip çarşafı kafamı da örtecek şekilde üzerime çektiğimde, çok kişi fiziki çirkinliğimden saklandığımı düşünmüştür belki.. ama hiçbiri de düşünüp kendi manevi çirkinliklerinden ötürü saklandığımı konuşmamıştı.
oysa sen:-
kuşların sesini dinlerken sarıldın bana
dedin.
ben,
kuşları elimle sararken senin sesinle birlikte sevdim.

. .kafamı çevirdiğim her yerde seni görmek istiyorum.. gözlerinin içine baktığımı sandığım insanlar, gözlerime yaklaştıklarında kendilerinin yansımasını görmediklerini söylüyorlar. haklılar, ben her yerde seni görüyorum..

'sevdiğim kadın.
yatağımda bıraktığın kokunla birlikte uyurken, üzerimdeki ağırlığı sana anlatamam.
o yüzden her akşam ılık bir duştan sonra hafiflemiş bir halde yatağıma dönünce, hayalinle karşılaşmaktan hoşnutum. sırtımı ovalayıp omuzlarıma kondurduğun öpücüklerle birlikte tenim ürperiyor, sen-
gül
üm

yor
sun.

bir şehre her yağmur yağışındaki damlalar kadar:-
gülümsetiyorsun.

16 Haziran 2010 Çarşamba

yine yeni yeniden

özlemişim..
kalem kokusunu, kağıt hışırtısını, kuşların cıvıltısını ve buhranlar içindeki kendimi.. her siyaha bir beyaz katma hevesimi, sonra katık haline gelmiş düşüncelerimin elime yüzüme bulaşmasını da özlemişim. bir can varken uzakta, o cana tutulmayı ve burnumu taa onun yoluna doğru uzatıp uzaktan kokusunu içime çekmeye çalışmayı da özlemişim.. o kadar çok özlemişim ki.

kontes.
elma dersem çık. armut dersem yine çık emi?

her yerde gördüğün, ya da görmek istediğin birisi veya birileri varken geldim sana. sabahları gözünü açtığında gözünde canlandırmaktan acı duyduğun için geldim. geldim, çünkü kurabiye gözlerini öpüp huzurla uyandırmak istedim. bazen elimi tutmaktan çekindiğin şehrinde, her gözünü kapattığında dudaklarına yapışmaya geldim.

bi gün geleceksin
..
. o zaman görüşürüz.

2 Mart 2010 Salı

karma.


. ..'şuan bana sorsalar

yanında hep kim olsun istersin diye

seni kimin ayakta tutmasını istersin diye

verebileceğim bir sürü isim var gibi geliyor bana

bunun sebebi ben değilim, bunun sebebi herkes.

oysa benim vermek istediğim bir isim var.

fakat o da hep aynaya baktığımda arkamda görünürken

arkamı döndüğümde kayboluyor.

şimdi bana sorsalar

bunu düşününce tek bir isim bile veremem'.

18 Şubat 2010 Perşembe

Beyaz Dans #2

mektubu okuduğum andan itibaren sersemleşmiş bir vaziyetteydim.
mektubu okudum, yemek yaptım. yaptığım yemeği yemedim ve köpeğime verdim. duşa girmek için musluğu açıp suyun ısınmasını beklerken dişimi fırçalamak için diş fırçasına macunu sıktım, o sırada kettle'a kahve içmek için koyduğum su sesş geldiğinden banyodan bir hışımla fırladım. mutfağa gittiğimde su çoktan soğumuştu. banyodaki işlerimi unutup koltuğuma oturdum ve televizyon izmeleye çalıştım. evet, sadece çalıştım. çünkü bomboş gözlerle televizyona hiçbir şey anlamayarak bakıp bütün kanalları saniyesiyle geçiyordum ve tekrar başa döndüğümde bu işlemi 1-2 kez yaptığımı hatırlıyorum. elektrikler gittiğinde banyodan su sesi geldiğini duyup yerimden kalktım. suyu kapatıp arkamı döndüğümde aynanın önüne bıraktığım diş fırçamı gördüm. onu da temizledikten sonra macunu ve fırçamı yerine kaldırdım. dişlerimi fırçalamaktan da vazgeçmiştim. yatak odasına girip yatağımın ucuna oturduğumda müzik dinlemek istedim. sesin odada yankılanıp beynimden içeri yavaş yavaş girerken, hızlı bir şekilde beni öldürmesi için janis joplin plağını koydum. yatağıma uzanıp dinlerken uyumuşum..

saat gece dört sularında uyandığımda başımın ağrıdığını hissettim. "gördüğüm rüyadan olabilir" bile dedim kendi kendime.. rüyamda sürekli Isabelle'in mektuptaki cümleleri dönüp durdu. daha fazla Isabelle'in kokusunun sindiği bu yatakta yatamayacağımı, birlikte yemek yaptığımız mutfakta karnımı doyuramayacağımı, hiçbir kadının saçında duymadığım müthiş şampuan kokusunu duyduğum Isabelle'in saçlarını yıkadığı o şampuanın hala durduğu banyoda yıkanamayacağımı, kısacası Isabelle'in izlerine ait bu evde duramayacağımı anladım. bavulumu topladıktan sonra saat beş buçukta evden ayrıldım..

şehirde hiç kar olmadığından uçakla herhangibir ülkeye gitmenin daha mantıklı olacağını düşündüm. hemen bir taksiye binip havalimanına gitmeyi istedim. havalimanındayken nereye gitmek istediğimi sordum kendime. İtalya! Evet, İtalya beni her zaman cezbeder. biletimi dokuza aldım ve yarım saatlik arada bir şeyler yedim. havalimanlarında hep "sevdiğinin uçağın kalkmasına az bir süre kala, hatta uçağa binerken son anda yetişip ismini haykırma" sahnesi gelir aklıma. benim hiç öyle bir hayalim olmamasına rağmen Isabelle'i bekliyormuş gibi hissettim. oysa o an havalimanında olduğumdan bile haberi yoktu.. buna rağmen sürekli arkamı dönüp bakıyordum, sanki bir anda Isabelle çıkacak ve gitmemem için dil dökecekti.

Sesto San Giovanni'ye vardığımda acilen bir otel bulup biraz dinlenmem gerektiğini hissettim. küçükken uçaktan deli gibi korkardım. şimdilerdeyse işim için git-gel yapmam gereğini kendime hatırlattığımda baştaki heyecanım uçağın havalanmasıyla geçiveriyor. fakat yine de ufak korkularım yüzünden uyuyamıyorum. sanki uçak düşse, uyumadım diye hayatta kalacağım..

teyzemle aramızda müthiş bir bağ vardır. sürekli ingiltere, italya ve almanya'ya iş için giderken, beni de yanında götürmek isterdi. hep otobüsle gidelim derdim ama o kadar yolu çekemeyeceğini söylerdi. iş için gittiğinde 1-2 gün fazladan kalıp kendine vakit ayırırdı. ben de işlerinin yoğunluğundan dolayı otobüsle o kadar yolu çekmek istememesini anlayışla karşılardım. ama yine de biraz kızardım.. bir keresinde 1 aylık bir yaz tatili vardı ve otobüsle gitmeye iknâ etmiştim. İtalya'ya gitmiştik yine ve Sesto San Giovanni'nin her yerini gezmiş ve bir sürü fotoğraf çekmiştik. fotoğraf çekme merakım da teyzemden gelir. 8 yaşındayken elime tutuşturduğu analog makine sayesinde ufak dünyamda kendime bir hobi edinmiştim. 20li yaşlarda kadınlara olan merakım tavan yapmıştı neredeyse. lisede de sosyal olmayı öğrendikten sonra benim için her şey daha da kolaylaşmıştı.. o zamanlar fotoğraf makinemi bir kenara atmıştım fakat şimdi yine hep yanımda taşıyorum.

Sesto San Giovanni'nin en güzel yanı, insanlarının asla kaba davranışlarda bulunmamasıdır. hatta öyle ki; nezâket sınırlarını zorlamış ve kendilerini hep 60lı-70li yıllarda tutmayı başarmışlardır. zira ben kibar insanlar görmekten ve doğduğum seneleri yaşamaktan zevk alan birisiyim. Isabelle ile yaz tatili için İtalya'nın tüm şehirlerini gezecektik, ilk buraya adım attık. 3 saatten fazla kalamamış ve Genova'ya geçmiştik. ve Isabelle'in isteği üzerine iki aylık yaz tatilimiz boyunca Genova'da kaldık.. bu yüzden Genova'ya bir daha gitmemek için yemin ettim.

sonunda bir otele girdim ve hemen odama yerleştim. sıcak bir duştan sonra hafiflemiş hissiyle yatağıma uzandım. düşüncelerime engel olmaya çalışırken uyuyakalmışım. otelde normalde güzel olduğunu düşündüğüm, fakat uyurken güzel gelmeyen bir hizmet var. yemek saatlerinde odalarında olan müşterilerini telefonla arayarak restoranlarına davet ediyorlar. yemek saatleri dışında yemek yemek istersen fast-food tarzında ayrı bir mekânları var. zira ben fast-food ürünlerinden hoşlanmam.. üç saatlik uykudan sonra akşam yemeği için odamdaki telefonun çaldığında başımdan aşağıya kaynar sular inmişti. iğrenç fast-food ürünlerinden yememek içinse, restorana gitmem gerektiğini düşününce üşengeçliğimden vazgeçmem için bir bahanem olmuştu. hazırlanıp restorana indiğimde sadece beş masanın dolu olduğunu gördüm. bu beş masada bana nispet yapar gibi sadece çiftlerin olması, uykumdan uyandırılmış ve yürümekten aciz vaziyetteki halimi daha da işkence durumuna getirmişti. bugün sevgililer günüydü, başka ne bekleyebilirdim ki?

ertesi gün erkenden kalktım ve saat sekizde kendimi dışarı attım. metro ve otobüsle yapılan seyahatler hep hoşuma gitmiştir. bu sefer otobüsü seçtim ve cam kenarına oturdum. gezerken etrafı seyretmeyi seviyorum. karşılıklı kortuklar vardı otobüste ve karşıma yaşlı bir bayan oturup selamladı. biraz sohbet ettikten sonra sağ çarprazımdaki bana dönük koltuğa da güzel bir bayanın oturduğunu gördüm. sürekli bakmıyordum, zaten aklımda da hep Isabelle olduğundan çapkınlık yapacak durumda değildim. fakat arada kafamı çevirip baktığımda, hep gözgöze geldik. sanki benden başka hiçbir yere bakmıyormuş gibi, onu başka yere bakarken görmedim yol boyunca. şehir merkezine geldiğimde kendimi kalabalığa atmak için indim ve biraz yürüdüm. bir giysi dükkanına girdim ve üzerime bir şeyler denedikten sonra hiçbir şey almadan çıktım.

akşam yemeği için otele yarım saat önceden döndüm. odama çıkıp bir duş aldım ve giyinip restorana indim. restoran dünküne göre çok daha doluydu. kendime ortalardan bir masa seçtim ve oturdum, kenarda veya köşelerde olmayı sevmiyorum pek. düşüncelerim yüzünden yemeğime odaklanmış vaziyette, kafamı kaldırıp etrafımda olup bitenle ilgilenmiyordum bile. oysa ben insanları incelemesini de çok severim. bir ara yemeğe ve düşüncelere ara verip kafamı kaldırdığımda karşı masada otobüsteki gördüğüm bayanı gördüm. gülümsedi ve yemeğine devam etti. yemek bittikten sonra muhakkak bir çay içerim. karşıdaki bayanın masasına yaklaştım ve "çay içmek ister misiniz?" diye sordum. yine bir gülümseyip istediğini söyledi. çayları alıp geldim ve masasına oturup oturamayacağımı sordum. sormamın hata olduğunu ve hemen oturmazsam polis çağıracağını söyledi. espritüel yanı olduğu kadar, güzel bir gülüşü vardı. isminin Elenora olduğunu söyledi ve biraz sohbet ettikten sonra teşekkür edip masasından kalktım. sinemaya doğru yöneldim, sinemaya davet etmek aklıma gelmişti fakat yanlış anlamasından çekindim. sohbetimizde bir ay önce nişanlandığını ve kendisinin şuan Fransa'da olduğunu söyledi.

sinemadan çıktıktan sonra uyumak için odama çıktım. aslında pek uykum yoktu ve saat daha erken sayılırdı. yatağıma uzandım fakat dönüp durdum. tam uykuya dalacak gibi olduğum sırada odamın telefonu çaldı. yine otelin hizmetleriyle alakalı bir telefon olduğunu düşündüm ve sinirli bir şekilde açtım telefonu. "Merhaba ben Elenora. Kusura bakma, rahatsız ediyorum ama bara inip benimle bir şeyler içmek ister misin diye soracaktım." Teşekkür ettim ve teklifini kabul ettim. iki saat kadar biraz bir şeyler içerken, çok da güzel bir sohbeti olduğunu iyice kanıtlamış oldu bana. arkadaşlığının göstergesi olarak bana bir heykel hediye etmek istedi. odasına çıktık birlikte ve bir an heykelin bahane olduğunu, benimle sevişmek istediğini düşündüm. oysa sadece güzel ve küçük bir melek heykeli verdi ve gece için teşekkür edip yanağıma bir öpücük kondurdu. suratına şaşkın bir ifadeyle baktım birkaç saniye ve sonra kendime gelip gülümsedim. ben de teşekkür edip odama döndüm. içkiler sayesinde yatağa uzandığım gibi uyumuşum.

sabah yine erkenden uyandım ve çok gece çok huzursuz uyuduğumu sinirli bir şekile uyandığımdan anladım. böyle bir sabah en hoşuma gitmeyen sabahtır. bütün günümü keyifsiz geçirmem için yeterli bir sebep. kahvaltıyı önceki gün şehir merkezinde gördüğüm ama o an girmediğim hoş bir cafede yaparak biraz keyiflenmek istedim. tam otelden çıkarken arkamdan "Nabeel, hey Nabeel!" diye hoş bir kadın sesi duydum. Elenora'ydı ve o sevimli gülüşüyle yanıma yaklaştı.
"Nereye gidiyorsun?"
-Şehre gideceğim.
"Çok önemli bir iş mi? Kahvaltı yapalım diyecektim ben de."
-Hayır, hayır. ben de kahvaltı yapmak için gidiyorum zaten.
"Niye otelde yapmıyorsun peki?"
-Biraz kafamı dağıtmam gerekiyor sanki, şehirde bir cafeye oturacağım. Gelmek ister misin?
"Rahatsız edeceksem gelmeyeyim."
-Gelirsen memnun olurum.

bu sefer metroya bindik ve daha hızlı şehre vardığımı fark ettim. yol boyunca Elenora'yla tek kelime etmedik ve bundan rahatsız olduğunu düşündüğüm için hiç de merak etmediğim bir konu açmak istedim.
-Nişanlınla ayrı olmak kötü değil mi? Özlüyorsundur.
"Aslında evet, ama yarın sabahtan ben de gidiyorum Fransa'ya. Bir hafta sonra da evleniyoruz zaten. Kahvaltıda gideceğimi söyleyecektim ben de sana. Artık tamamen Fransa'ya taşınıyoruz onun işi gereği."
-Peki sen bundan rahatsız olmuyor musun? Senin Fransa'da yaşamak isteyip istemediğini sormadı mı hiç?
"Sormaması biraz rahatsızlık verici tabi ki. Ama evlilik fedakârlık isteyen bir kurum değil mi zaten? Hem evliliğe gelene kadar nicelerini atlattık biz onunla."
-Sevindim o halde.

bu konuşmanın üzerine suskunluk bir süre daha devam ettikten ve kahvaltımızı bitirdikten sonra cafeden dışarı attık kendimizi. Elenora'nın da kalabalığı sevdiğini fark ettim cafede otururken. ama karşısındaki adam kendisine o kadar odaklanmadığı için bir an önce cafeden çıkmak istediğini, kahvaltı tabağını benden önce bitirmesinden anladım. Elenora'yla ne konuşursak konuşalım, söylediklerini çok iyi dinlemediğimi itiraf etmeliyim. zaten bunu o da anlayacak ki, bana niçin bu kadar çok dalgın olduğumu söyledi. ben de kendisine biraz gezip fotoğraf çekmek istediğimi, sonra da bir parka oturup ona anlatabileceğimi söyledim.

büyük bir melek heykeli vardı şehrin merkezinde. Elenora koşarak karşısına geçti ve fotoğrafını çekmemi istedi. birkaç tane fotoğrafını çektiğimde, yüzü gülmeye ve biraz eğlenmeye başlamıştı. normalde yanımdaki insanı pek sıkmam fakat o an kendimden bile öyle çok sıkılıyordum ki, Elenora'nın benden sıkılmasını çok iyi anlayabiliyorum. üç saat gezindikten sonra sonunda saat 17.30 olmuştu. yorulduğumuzun ve ona anlatacaklarım olduğunun farkındaydım. ilk gördüğümüz parka girip oturduk. ona Isabelle'i ve aramızdaki birkaç olup bitenden bahsettim. beni hiçbir yorum yapmadan dinledi ve sonrasında otele geri döndük.. birer kahve içip odalarımıza çıktık. hemen duşa girdim ve uyanınca biraz yatağıma uzandım.

yine gürültülü bir şekilde uyandırıldım. ya oda telefonum çalıyor, ya cep telefonum çalıyor, ya da birileri kapıyı kıracakmış gibi çalıyordu. artık bu durum kronik bir hal almış ve ben de bu duruma alışmaya başlamıştım. gerçekten çok erken yatıyorum sanırım.. saçım başım dağınık bir şekilde umursamadan kapıya yöneldim ve açtığımda karşımda Elenora'yı gördüm. elinde şampanya ile gelip, "hadi bugün dilinin çözülmesini kutlayalım" dedi. yine sevişmek istediğini düşünüp hayal kırıklığına uğramak istemedim. ben şampanyaları koyarken, Elenora da hoş bir müzik açtı ve yatağa oturdu. yanına oturup ilk bardaklarımızı bitirdik ve tekrar şampanya koymaya gittiğimde arkamdan sarıldı. döndüğümde öpüşmeye başlamıştık bile.. saatlerce sevişmiştik ve sabah uyandığımda yanımda değildi.

sabah yine saat sekiz gibi uyandım ve bir duş alıp lobiye indim. kitap okumaya iniyordum ki, Elenora'yı gördüm. bu sefer yanında nişanlısı vardı ve otelden çıkışını yapıyordu muhtemelen. Elenora'yı izledim bir süre ve tam kapıdan çıkarken kafasını çevirip baktı bir kere. hafif bir tebessüm etti ve önüne dönüp otelden çıktı. hiçbir şey olmamış gibi davranması çok normaldi. nişanlısından gizli bir halt yemiştik ve bundan çok da zevk alıyorduk o an. şimdiyse hayatına devam edecek sevgili Elenora.

bir süre Isabelle'li düşüncelerden kurtulmuş ve rahatlamışken, valizimi karıştırdığımda yazmış olduğu mektubu görünce yine kafam patlayacakmış gibi doldu. asıl mesele; onu unutmaya mı, yoksa bulmaya mı çalışacağımı bilmiyordum. Lucida da uzun zamandır görünmüyordu, yine çaresizliğe doğru adım adım ilerliyordum.


Not: Fotoğraf alttaki linkten alıntıdır.

" http://velenux.deviantart.com/art/Un-faro-nella-notte-di-Sesto-109177802 "

  • Önemli Not: Beyaz Dans "2" ile bitirmeyi planlıyordum fakat yazdıkça yazasım geleceğini hiç düşünmemiştim. 3 ile bitmezse daha 4-5-6'ya kadar yolu var efendim. Ayrıca Beyaz Dans'ın ilk sayısındaki "Adsız" arkadaşımın yaptığı yorumu dikkate alarak klişelikten kaçmaya çalıştım. Seviştim bak? :))

Beyaz Dans #3'te görüşmek üzere. Tarih vermiyorum, yetiştiremeyince kızıyorsunuz :)) O yüzden en kısa zamanda görüşmek üzere efendim. Sevgilerim ve Saygılarımla.

11 Şubat 2010 Perşembe

Beyaz Dans #1


-Sevgiliye narince dokun. dokun ki; yüzünü tanı, vücudunu tanı. ruhunu tanımak en kolayı..
dedi ve kayboldu yine ortadan Lucida. Öyle çok alışmıştı ki O'na, Tanrı'sı gibiydi onun. vakitlice ortaya çıkar, iki-üç süslü kelime eder, yine ortadan kaybolurdu. ağzından çıkan her kelimeyi öyle dikkatlice dinlerdi ki, ruhunu huzurla doldurabilmenin ve düşüncelerine biraz olsun ara verip beynini dinlendirebilmenin en iyi yoluydu onun için. yalnız, karanlık ve hüzünlü gecelerin adamıydı o. gittikçe yorulan ve yaşlanan ruhunu tazelemeye çalışan toy bir aşk adamıydı..

. .gün ışığını çok sevmese de, günün tazeliğine bayılırdı. çünkü her yeni bir gün, kendini değiştirebilmek için ideal bir başlangıç gibi görünür ve umut besletirdi. gözlerini kapatıp pencereden dışarı çıkardı kafasını. hafif rüzgarın esintisiyle yüzüne soğuk çarpıyordu ama o buna aldırış etmiyordu. gözlerini açmadan önce son bir kez temiz havayı içine çekti. gözlerini açtığında karların örtmüş olduğu o bembeyaz dünyayı gördü. geçmişinin kirliliğine nazaran görmüş olduğu bu güzel doğa harikâsı karşısında soğuktan bile titremeyen elleri titredi heyecandan. gözlerinin içi gülüyordu. ve o an, onun için temiz bir gelecek ifade ediyordu. artık tamamen hazırdı..

I: harika bir gün, değil mi?
N: evet.
I: ama artık pencereyi kapatmalısın bence, üşümeye başladım.
N: haklısın, özür dilerim.
I: kahvaltıda ne istersin?
N: ben birazdan çıkacağım.
I: sabahın daha 6'sı, ne yapacaksın?
N: kendime bir yol çizeceğim.
I: anlamadım?
N: beyaz bir yol. karda yürüyüp, kendime bir çıkış yolu çizeceğim.
I: peki neden bensiz?
N: çünkü seninle yürüdüğüm zaman hep tökezliyorum.
I: ne demek istiyorsun?
N: artık sensiz yürümeye çalışmanın vakti geldi diyorum.
dedi ve çıktı evden Nabeel.

. .her attığı adımda karlardan çıkan sesin huzuruyla yürüdü yol boyu. bu huzura yoğun bir gereksinim duymaktaydı. çünkü her attığı adımda zihnindeki onlarca düşünceyi birbirine karıştırıyordu.. evden çıkmadan önce düşündüklerini gerçekleştirmek için her zaman yükünü hafifleten o kadın yoktu bu sefer. ayrıca kusursuzca hazırlanmış olan bir planı da yoktu.. sislerin içinde kaybolmayı umursamadan, kayıtsız bir şekilde yürüyordu sadece.
ışığı gördü:-
Yalnızlığına yalnızlık katarken düşündün mü hiç bunun getirebileceği ruhsal zararını? Farkında olmadığın şey; senin temiz gelecek dediğin, ayağına kadar gelmişken teptiğindir. Kararsızlığına sebep olan sebeplerini kendi içinde çözmek yerine, dışa vuruşun kaçarak oluyor. Geçmişindeki kadınların sana getirisiydi bu içindeki umutsuzluk. Sen onlardan kork, onların sana hala yaptıklarından kaç. Zira şuan tek bir kadın var ve sana sunduklarından korkmaman gerekir.
dedi Lucida.

bu bir ayrılık değildi şimdi onun için. yeni bir başlangıca da hiç benzemiyordu. daha bir aydır tanıdığı Isabelle'i öylece bırakıp çıktı. bu aydınlık bir geleceğe de benzemiyordu. temiz bir sayfa da geçmiyordu artık zihninden. bir ayda ne kadar yıprandığını düşünmek ve çıkar bir yol bulmaya çalışmaktı yeni amacı. yine de tek başına çözecekti. belki biraz bencilce bir hareketti ama bir yandan da cesurcaydı. çünkü bu iki kişilik savaşın bir kahramana ihtiyacı vardı..

. .şimdi tek başına da tökezlediğini anladı ve eve geri döndü. çabuk pes ettiğini düşünüp kendinden utanıyordu fakat bir yanda da Lucida'nın söyledikleri vardı. Isabelle'i şimdiden özlediğini fark etmişti.
kapı aralıktı ve birden telaşlandı. içeri girdi ve Isabelle'e seslendi. kimse yoktu.. yatağa uzandı ve yarım saatten fazla tavanı seyretti. bir ara kafasını sağa çevirdiğinde masanın üzerine bırakılmış bir kağıt parçası gördü. ayağa kalkıp yavaşça masaya yaklaştı ve Isabelle'in bıraktığı bir not olduğunu düşündü. öyleydi de..

"eve döneceğini biliyorum. ve bu notu okuyacağına da eminim.. önce, senin yaptığın gibi yapıp kaçmayacaktım sorunlardan öylece. fakat sonra, bir ayda yıprandığımı ve ister istemez seni de yıprattığımı fark ettim. ilişkinin köklerini sağlam yapacağız diye toprakları tırnaklarımızla kazımaya çalışmak belki de aptalcaydı. senden daha fazlasını beklemekse benim hatamdı.. giderken seni durdurmak istedim ama düşünmene izin vermesem hata üzerine hata yapmış olacaktım. geri döneceğini düşündüğümden, iyi ki durdurmamışım dedim kendi kendime.. durdurarak hata yapmamış veya gururumu yerler altına almamış olmaktan dolayı değil, ilk defa düşünmeden doğru bir şey yapmış olduğumdan dolayı sevindim.. birleşemeyecek kadar parçaladık çünkü bu ilişkiyi, çok bölündü. ve tamamlamak için toparlayamayacak kadar saçıldı her yere parçalar, bazılarını bulmak zor olacaktır. bu yüzden de artık eksik bir ilişkiyi yürütebileceğimizi zannetmiyorum.
yine de seni seviyorum.
yarın sevgililer günü, sevgililer günün kutlu olsun sevgilim."


  • Not: Fotoğrafın kime ait olduğunu bilmediğimden isim veremiyorum. Ayrıca imageshack linki olduğu için, verebileceğim bir paylaşım linki de olduğunu zannetmiyorum.

9 Ocak 2010 Cumartesi

bir çatış, bin kaçış


zamanın bana neler gösterebileceğini bilmeden günler, aylar ve hatta yıllar geçerken büyüdüğümü hissettim şuan.
olgun.um
olan.ım
ol.dum
ben büyüdüm de, büyümeyen o kadar çok şey var ki benimle birlikte. en basitinden, can çekişen düşüncelerim var hala. ufak ufak değil de büyük büyük lokmalar halinde beynimi kemirmeye çalışan bir kemirgenim var. öyle iki fıs fıs sıkıp öldürülen böceklerden değil bir de bu.. can çekişiyor işte. ama yine de öyle etkili oluyor ki son zamanlarda. kendimi anlatamaz oldum kimselere..
yine de sordum.
sorarım, ben soranım.
susan değil.
vazgeçen hiç değil..
şimdi ben ona yardım etmeye çalışırken, o bana yardım etmiyor ya. yine de büyülü o.. en çok da gözleri. anlamlı bakmaz ama anlatır bir şeyler. ya da ben anlarım gözlerinin dilinden.. ben ona güzel sözler söyleyemem ya hani, yanlıştır bilirim.. öpemem, yasaktır giderim.
yine de durdum bir süreliğine.
durdum yanında öylece.
baktım gözlerine,
baktım hiçsizliğe..
bir de ben yutkunurken boğulacakmış gibi oluyorum ya son zamanlar.. o görüyor bir tek, sen değil. sen nerdesin? sen günlerdir, aylardır nerdesin? ben seni beklerken, zaman seni getirmezken, sen bana zamanın neler getireceğini gösterdin yanımda görünürken.
sözlerin "laf" olmuş kime ne sevgili.m?
en çok beni yaralarsın.