. ..ben düşündüm. nasıl olurdu diye çok düşündüm. uzanıp yanına, bir sabah güneşinin yüzünde nasıl da güzel duracağını düşündüm mesela. iki sandalye atıp denize nazır, ellerimizin kumların iki santim üzerinde salınarak buluştuğunu düşündüm. mesela düşümdüm bir şarabı birlikte yudum yudum bitirmeyi, ilk defa dertsiz, ilk defa tasasız ve ilk defa aşkla. lakin ne o şarap öyle boğazımda düğümlenmeden bitebilirdi, ne de o deniz dingin ve huzurlu bir şekilde durabilirdi. güneş mi? nasıl karanlıkta yürümek benim için bir tercih değilse, beyazı özlemem de tesadüf değildi.
.. .ben arada bir uğrayıp dinleneceğin, sonra tekrar yoluna devam edebil diye erzak(!) yüklenen bir liman olacağım demedim sana. sen beni yanlış anladın. ben birlikte açılalım o denize, rotasız ilerleyelim istedim. zira dalgalar benim sevgimin boyuna dahi erişemezken, senin korkacak bir şeyin yoktu aslında. yine de boğulacaksak, birlikte boğulurduk en derine kadar inip. ama yüzme bilmediğinden batmaktan da korkarsın sen, gerçek anlamda sevilmekten korktuğun kadar.. o yüzden ne batabilirsin adam gibi, ne de değerini bilirsin sevginin. tabi, kaptanı sensin bu çelişkinin. haliyle aşk senin, rota senin..
. .en çok yalanların üzüyor, sen farkında bile değilsin. söylediklerine inanıyorum sanıyorsun ama ben sadece inanmış gibi yapıyorum. seni sevdiğimdendir hep seni anlamak için sürekli bir sebep buluşum. sana inanmak için tonlarca sebep buluşum da sevgimden. söylediklerini yapamayacağını, sözlerini tutamayacağını bile bile seni herkesten önce, kendi içimde aklamam da bu yüzden. çünkü aklımda sana yuva olmak vardı; olmak değildi asla, sana günlük ev tutan erkeklerden. ..
.hem çok isteyip, hem de uzak durman gerektiğini anlarsın ya hani; işte öyle boktan bir ölüm benimkisi. söylediklerim var, bir de söyleyemediklerim. sırf sen incinirsin diye, boğazıma düğümlediğim.. ya sonra? değiyor sandığın ama asla değmeyecek bir başkası için gözyaşı dökmeye devam edersin. işte öyle boktan, öyle boktan bir ölüm benimkisi. sen ne olup bittiğini bilmediğimi sanıyorsun ya, sustuğunda gözlerinden anlıyorum seni. gözlerini kaçırsan, dudaklarının titremesinden anlıyorum. benimkisi, işte böyle boktan.. sen böyle saf, böyle duru sevilmeyi nereden bileceksin ki? ben anlıyorum o yüzden seni.
. ..Öyle geçmişimden kazdığım kuyulardan herhangi bir rahatsızlığım olmadı zaman geçtikçe. Sanırım fazla geçmişte kalındı. Biliyorsun, benim bir sandığım vardı. O nerede mesela, artık onu bile bilmiyorum. Hele içindekiler? Anıların yerlerini ne alıyor zamanla? Kin mi, nefret mi, saygı mı, özlem mi? Peki hiçbirini hissetmiyorsak, ona ne demeli? Boşver, cevap vermeyelim.
Ben burada büyüdüm resmen. Kendimle çeliştim, kendimle üzüldüm, kendimle kavga ettim. Büyümeme yardımcı olanlar olmuştur, reklama girmeden önce herkese buradan selamlarımla birlikte teşekkürlerimi iletiyorum. Ama sahiden buradan büyüdüm. Yeri geldi aylarca yazmadım, yeri geldi yıllarca yazmadım. Yine de çürümüyor bazı şeyler sanırım. İçten içe çatışmalarımı hallettim de geldim ben bu sene. Ama hep bir yenisi başlıyor, yalan mı? Kaç yaşında olursak olalım, çatışmalar, karmaşalar hiç bitmiyor. Sonuçta bize ezberletilen şeyleri yaşıyoruz, öyle düşünmeye zorlanıyoruz. Asla kendi düşüncelerimizi dile getiremiyoruz, korkuyoruz. Çünkü söylersek, karşımızdaki de bizim kadar robot olarak yetiştirildiği için tepkisi belli. Örnek mi vereyim? Hayır, buna da cevap vermeyelim. Yanlış anlaşılmaktan korkarım. Ah evet, bu bile örnek sayılır mesela.
Yıl olmuş bilmem kaç, hala zamanı durduracak bir alet icat edememiş olmamızın sorumlusu kim bilmiyorum ama bu durum beni rahatsız etmiyor değil. Zira yerinde saymasını istediğim yaş değil, yaşananlar. Turuncu kahramanlığımı bile yeri geldiğinde çöp kenarına bırakıyorum. Bu durumdan mağdur olan bir tek ben olmuyorum. Sadece ben olsam, inan önemli değil. Ama bencillik bana her zaman emanet durmuştur. Ya da ben öyle zannediyorum. Sonuç olarak zaman durmalı, turuncu bulutlar renkten renge koşmamalı. Yoruluyoruz yoksa.
Özlemek yalnızca geçmişte yaşananlara has bir his değil, bunu neden anlatamıyorum? Hala içinde olduğum durumu dahi özleyebilme imkanım var benim. Sanırım kaybetme korkusu da buna yandaşlık ediyor. Aksi halde herkesin haklı olduğunu, kendimin ise haksız olduğunu kabullenebilirdim. Ama öyle değil işte. Geçtiğim yolları henüz geçerken özlemeye başlarım, bir daha geçemeyeceğim korkusuyla.
Aldığım nefes yeterli, fazlasında gözüm yok. Bilmediğim bir şehirde yürümek gibi bir hayalim de yok. Sokaklarda çıplak ayak gezerken yağmur da yağsın gibi bir derdim hiç yok. Anlıyor musun, gerçekçiliğimde artık sınır yok. Artık verecek tavizim, toparlamaya gücüm yok. Benim halim vaktim belli, yabancılarda gözüm yok.
Her neyse, anlatacak pek bir şeyim yok aslında. İyi hayatlar.
O, büyüyordu. Sallanan tahta köprüyü çoğu zaman tek başına geçiyor ve bir gün kaygısız adımlarının taşa takılıp yuvarlanacağını bilmiyordu. O zaman gelene kadar ise ona öğretilmiş, programlanmış bir mücadelenin içinden çıktığını anlamayacaktı. Önemli değildi aslında. Sonuçta herkes aynı olmakla meşgulken, o neden farklı olmayı seçecekti ki?
O, salıncakta sallanan küçük bir çocuğun kalbine sahipti şansına. Hiç biri.nden ve aslında kimse.den nefret edemeyecek kadar güzel kalbinin zamanı geldiğinde yosun bağlayacağını bilmeden yürürdü yolun ortasından. Hem kimse de uyarmamıştı zaten. Uyarsalar bile ne fark eder? Yine temiz düşüncelerini alıp bavuluna, bildiğini okuyacaktı sonuçta. Farkında olmadan sevecek, farkında olmadan üzülecek ve yine hiç fark etmediği biri tarafından sevilecekti. Kendini, ona bakanların gördüğü gibi görene dek yalnızca aynada görecek, kendini bile fark etmeyecekti. Sonra her seferinde tarih tekerrür edecek, usulca büyüyecekti. Aslında hiçbir şeyin kontrolünde olmadığını öğrendiğindeyse, kendini kimse.nin fark edemeyeceği bir sahil kenarına sürüklenmiş kum tanelerinden biri gibi hissedecekti. Hiçbir yeri mesken edememiş, dayanamayacağı vaziyette virane olmuş, şimdi nerelere gideyim diye düşünürken celladının geldiğini dahi görememişti.
O, bir kuşun masumiyetine yakışır şekilde yaşamıştı oysa. Hiçbir mazerete dayandırmadan yaşadıklarını, bilakis, kaçmadan kabullenmişti olduğu gibi. Sonsuz mutluluk diye bir şeyin olmayacağını biliyordu belki sadece, lakin yine de istemişti onu. Muhtemelen tek tezatlığı da buydu. Kırılgandı gözleri, bir damla suyu akıtacak bahanesi hiç bitmezdi. Burnunun ucu sızlardı da ses etmezdi sırf aldığı nefese hakaret olmasın diye.
O, tıpkı herkes gibi öldü. Kokusu da yanında gömüldü.
Havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez; gözlüklerini takmazsam şayet, güneşin yakıp kavuracağını düşündüğüm bi' kalbe sahibim. Öyle tepesinden su dökmekle de dinmeyecek bi' ateş tutarsa eğer, yakarız el birliğiyle o müzeyyen hayatı.
Çünkü korkarak yaşamaya gelmedim dünyaya. Elimdeki poşette de "kim ne der", "ama bak bu doğru değil" vb. toplum dayatmaları mevcut değil. İçinde sadece kendi doğrularım var ve muhtemelen birkaç mutfak alışverişi yapmışımdır. Kısacası, tamamıyla gerçekliğimi sunuyorum herkese, hepinize. Zor bir adam olabilirim çoğu zaman ama asla anlaşılması güç bir kişiliğe bürünüp olmadığım biriymişim gibi davranmıyorum. Tamam, açık bir kitap olduğumu da iddia edemem ama en net ipuçlarını sunarak alıyorum herkesi hayatıma. O halde korkacak ne var ki zaten? Ne şekilde olduğunu önemsemeden yanımda olmaktan korkacak ne var mesela? Yaşamaktan korkmuyorum, aksine keyif aldığım ve çoğu zaman alaycı olduğum da doğrudur. Bu beni vurdumduymaz değil, sadece eğlenceli yapıyor azizim. Ah evet! Yıllar beni eğlenceli bir insan haline getirdi nihayet. Geçmiş yazılarımın çoğunda hissettiğiniz o buhranlarımı attım üzerimden ve duygusuz bir piç oldum. Şaka şaka, hala bi' sürü güzel duygularım var. Sadece biraz büyüdüm.
Madem küresel ısınmaya rağmen hatırladık baharın ne kadar güzel koktuğunu, madem buruşacak vücudumuzun zamanlarına daha da bir yaklaştık ve buna rağmen meydan okuduk duygulara; o halde bir fincan kahvenin hatırı ise muhabbet, iki duble rakının da hakkıdır sevişmek.
. .."merhaba" diyerek giriş yapmak istiyorum bloguma. sonra devamını getirmek istemiyorum. yazasım var ile yok arasında gidip geliyorum sürekli. aslında yazasım var ama mürekkebim sınırlı. kuru bir merhaba gibi görünebilir. hatta "bu adam sadece merhaba yazıp çıkmak için mi blog yazmış" da denebilir. içinde bir sürü anlam gizli aslında. mesela mı?
mesela;-
merhaba blog, iki-üç kelâm edip saklandığım sandığıma döneceğim. içinde mektupların, oyuncakların, şişirilmeyi bekleyen balonların ve yer yer yağmurlu kara bulutlarımın içine gömülü olduğu o sandık. saklayıp turşusunu kurduğum ve sonrasında unuttuğum niceleri vardı içinde. hepsini hatırladığımı sandığım..
sonra çayıma attığım iki küp şekeri karıştırırken bardağa bilerek vurduğum çay kaşığım var.. bil ki, sinirliyim o zamanlar.
huzur ve hüznü birarada bulundurduğum saçma bir playlistim var mesela. dinleyen insanların kulağının pasını silecek türden çoğu. dinliyorlar, hoşlarına gidiyor ve "güzelmiş" diyorlar. yaşadığım hayal kırıklığını tahmin bile edemezsin. hoş, bir şehri bombalar gibi playlist oluşturursan beğenmezler tabi. yine de güzelden daha iyiler. pamuk şeker gibi değiller belki ama kahvenin turuncuya çalan tonundalar. bildin mi?
balkonda oturup çocukların hala yakar top oynadığını gördüğümdeki gibi, annemin tüp çikolata alıp geldiği zamanlardaki gibi, akşam ezanından sonraki yalnızlığımı bahçenin duvarına uzanıp yıldızları seyrederek geçirmek gibi, herkes mahalle maçına gittiğinde ayağımdaki topu duvara saatlerce vurup o pencerenin önünde beklemek gibi, okuduğum bir kitabın sevdiğim cümlelerinin altını çizmek gibi hissettiğim o heyecan. çocuk kalbimi kağıttan uçağın üstüne bindirmiş de, uçurmuş gibiyim şimdilerde mesela. hissettin mi?
benim böyle merhabalarım var blog. ama şuan bunları anlatmaya gelmedim buraya.. çünkü şuan çayıma attığım iki küp şekeri karıştırdığım kaşığımdan çıkan sesle, bir boğanın kırmızıyı gördüğünde çıkardığı sesten daha yüksek bir desibele çıkıyorum. çünkü şuan ne huzurlu bir şarkıyla kulağının pasını silmeye, ne de bahçe duvarına uzanıp yıldızları saymaya gelmedim. buruşturup attığım bir sayfanın değerinde bu yazacaklarım. çünkü yazdıktan sonra bunların hiçbirini hatırlamayacağım..
. ."insanoğlundan her şeyi beklerim" dedin kendinden emin. haklı olduğunu bildiğim ama buna inanmak istemediğim insanlar var hayatımda. mesela hayatımın hiçbir yerine sokmadığım, varlığından hiç haz duymadığım, kusurlu bir metin okurken hissettiğim o iğrenç duygu gibidir yalan. o yüzden bunu beklemem hayatımdaki insanlardan. güven ve inançla ilgili bir yazı okumuştum çok sevdiğim o kitapta. o gün hayatım değişti tümden. zaten hayatıma soktuğum insanlarda önem verdiğim ilk özellikti yalan. söylemeyeceğinden emin olduğum insanları soktum. güvenmek istediğim için güvendim, inanmak istediğim için inandım hayatımdakilere. böylece hiçbir zaman kırılmayacak duvarlar inşa etmiş oldum. söylediklerine inancım, kendilerine güvenim tamdı. ufak tefek çizikler oluştuğunda duvarda, "hayır! yalan yok, gizli saklı hiçbir şey yok." diyerek huzurla yürümeye devam etmek gibisi yoktur hayatta.
. .uyurken çorap giymeyi sevmiyorum. kumlara çıplak ayak basmak neyse, yatağa çıplak ayak girmek de o benim için. uyandığımda çoraplarımı giymem gerektiğini hatırlatmana ise bayılıyorum. "ayağında çorap var mı?" sorusunun ne kadar özel olduğunu ikimizden daha iyi kimse bilemez muhtemelen. bilmelerine de gerek yok zaten.
. .yakındığın şeyler var ve bunlarda çoğu zaman haklısın. en basitinden birkaç cümleye ihtiyacın oluyor, bazen veremiyorum. ama o zamanlarda benim iki kelimeyi neden biraraya getiremediğimi sorgulamıyorsun mesela. evet, ben yazarım. sana dair kelimelerim de, mürekkebim de bitecek değil ya.. bi' sürü şey yazdım, yine yazarım. ama kendime tükendiğim zamanlarım var benim. yazamıyorsam suçlusu sen değilsin. ama açacağım sensin. bira şişesinin kapağını açmak kadar kolay olmayabilirim. lâkin anahtarı kurbağa yutmuş, çilingir tahtalı köyü boylamış, paspasın altında yedek anahtarı olmayan bir çelik kapı kadar da zor değilim. hiçbir şeyi yüzüne ya da kafana vurduğum yok ama en az senin kadar mesafeleri kapatmak için uğraşıyorum. seni doyumsuz biri olarak asla görmedim, görmem. ve sana "al bak, bunları veriyorum. bunlarla yetin" diyecek kadar vurdumduymaz da değilim. sevdiğim kadınsın vesselam, avucumu açtığımda dünyaları hissettirmeliyim. her daim hissettiremiyorsam şayet, vardır bi' sebebi..
. .yapma.. kızgınlığın ve kırgınlığınla savaşıyorsun, biliyorum; ama o huysuz ve çirkin silahını bana doğrultma. yanlış bir şey yapmazsın, biliyorum; ama sen yine de benden bir şey saklama. çünkü ihtiyacın olan her koku, her tat bende mevcut kadın. onu almasını bil, inan zor değildir. ben sana zaten dünden vermeye razıyım.
. .hırsla yudumladığım çayımı bitirdim. çayı benim kadar sevmediğini biliyorum. peki sen benim neden bu kadar sevdiğimi biliyor musun?.
. ..kendimle tanışalı çok zaman olmadı. sıcak bir ağustos gününde, insanlar güneşin ve denizin keyfini çıkarırken, ben kendimi tanımakla meşguldüm. evet, o insanlardan daha çok keyif aldığımı söyleyebilirim.. zira insanın kendini 22 sene sonra tanıması kolay değildir. hayatın insana sunabilecekleri sınırlıdır ve bu yüzden her fırsattan yararlanmak gerekir. nitekim öyle yaptım. hiç birinizin hayatının kolay olmadığı gibi, benimki de kolay değildi. soracak olursanız, hala değil. olabileceğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz demeyeceğim. pollyanna değilim ama en az onunkadar iyimserim hayata karşı. sanırım en büyük zaaflarımdan biri bu.
. .harika bir geçmişe sahip değilim, geleceğimden beklentilerim de az. zira istediğim şeyler de az ama öz olurmuş, öncelikle bunu anladım.. insanları hep beni sevebileceklerine inandırıyorum, nitekim seviyorlar da.. ama hiçbir zaman vazgeçilmez olmadım. sandığım zamanlar oldu. lâkin sonunda hep o anların acı gerçekleriyle yüzleştim. insanları oldukları gibi sevmek, onları oldukları gibi kabullenmek zor değildi adıma. yine de benim için değişenler oldu, nitekim ben de değiştim. bundan şikayetçi değilim. herkesi kendim gibi de sanmıyorum elbette ve uğrunda değişilebilecek insan sayısı bir elin 5 parmağını bırakın, 2 parmağını dahi geçmez. fakat bazıları öyle çok güven verir ki; inandırırlar, inanırsın. sanırım en büyük zaaflarımdan biri de bu..
. .kendimle tanışmadan öncesinde yazar olmak isteyen bi' adamdım. kaç yaşına gelirsem geleyim, ne iş yaparsam yapayım, harika bir kitap yazıp insanların bunu okumasına sebep olacaktım. dünyanın rengi turuncuydu ve bana göre aksini iddia eden herkes yanlış biliyordu. hatta ben turuncu bulutların üzerinden sekerek giden, turuncu bir kahramandım. kimse inanmıyordu, ben diretiyordum. tam artık turuncu masallarımdan çıkmak üzereyken:-
'biri inandı.
.bu iki masal kahramanı birbirine o kadar çok benziyor ve o kadar iyi anlaşıyorlardı ki; asla ayrılmayacaklarını düşünüyordu herkes, kendileri bile..
ama masallardaki gibi mutlu mesut yaşamadılar.
biri ateşe düştü, diğeri baloncuk olup uçtu.
.işte tam burada uyandım. dünyanın rengi turuncu değildi, o dünya yerinde dahi değildi. ben de o dünyanın turuncu bulutları üstünde seke seke giden turuncu kahramanı değildim. tek fark ettiğim şey; yazabildiğim zamanlar, mutsuz olduğum zamanlarla eş anlam taşıyordu. zira mutluyken yazmak istemiyor, bundan zevk almıyordum. mutluyken, yazabildiklerimi ya da yazabileceklerimi yaşamak çok daha tatlı geliyordu. bu yüzdense, artık tekrardan yazabilirim. ancak ne bir yazar olmak istiyorum, ne de harika bir kitap yazıp insanların bunu okumasına sebep olmak. hatta bir dilek hakkım olsa; bir şeyler yazdıktan hemen sonra, yazılarımın kendi kendini imhâ etmesini dilerdim. çünkü hiçkimse yazdıklarımın ya da yazabileceklerimin kahramanları olmak istemez. sanırım en büyük zaaflarımdan bir diğeri de, turuncunun harikalar yaratabileceğine inanmaktı. ama bu zaafımdan kurtuldum, şuan turuncudan nefret ediyorum.
. .çünkü ben, kendimle tanıştığım o fazlasıyla sıcak 18 ağustos gününde:-
"Çok daha sıkıntılı zamanlar olacak. Birlikteyken her şey yolunda gitmeyebilir. Hayatın kontrol edemediğimiz kısımları olmadık şeylere burnunu sokabilir.Ama sokakta dahi yatıyor olsam, ilk görmek istediğim insan sen olacaksın. Bundan eminim. Karnımın doyduğunu ancak senin de doyduğunu bildiğim zaman hissedebilirim.Yatakta dönüp durduğun geceler mışıl mışıl uyuyan biri olmayacak yanında. Saatin gecenin kaçı olduğu ya da sabah kaçta kalkacağım saçma birer ayrıntı olacak. Kalkıp, sana sıkıca sarılıp, seni dinleyip, saçlarını okşarken seni uyutacak biri olacak. Senin ihtiyaç duyduğun hemen her şeyi karşılayabilmeyi umuyorum. Yerini tutamayacağım şeyler elbette olacaktır. Ama bu, günün sonunda benimle uyuyacağın gerçeğini değiştirmeyecek." ve benzeri müthiş söylemleri olan bir kadına teslim olmuştum..