27 Mart 2009 Cuma

yalnızlık s.onsuz

içeride duruyordum.. evimin eşsiz sessizliğinde beni büyüleyen o sevdiğim müzikler çalıyordu ve huzur doluydum. ve bir de aklımda o gecenin bir yarısı sokakta çıplak ayak dans eden kadın vardı..
o gece balkondan görüp, merdivenleri koşa koşa inmiştim. onu uzaktan izlemiştim ve yağmurun altındaki büyüleyici dansı bittikten sonra takibe başlamıştım.. evini gördüm, evime yakındı. ertesi günü yalnız yaşadığını öğrendim.. ve sadece iki öğün yemek yermiş. yemek yapmayı sevmiyormuş ve o en sevdiğim sahilin, küçük ama en şirin yemek evine gidermiş.. bahçe tarafında oturup hem çimlerin tadını çıkarır, hem de denizi dinlemek hoşuna gidermiş. bazen dalgaların hızlandığı saatlerde ufaktan ıslanırmış ama sesini çıkarmazmış. sakin sakin sahilde dolaşırmış her sabah ve kimseyle konuşmazmış -kasabadakiler dili olmadığını düşünüyorlar- .. geceye kadar sallanan koltuğumda oturup onu düşleyebilirdim. sıcak çikolata, battaniye ve ona ait bir fotoğraf ile..

karşısına çıkamama sebebim cesaretsizliğimden değil, kendime söz verdiğimdendi.. nasıl bir insan bu kadar yalnızlığa ait olup da, bu kadar mutsuz olabilirdi! neden böyle suskun, böyle mutsuz ve neden böyle umarsız olduğunu kim bilebilir.. kendi yalnızlığımdan yola çıkarak düşünüyorum da, bu kadar mutsuz olması için kötü şeyler yaşamış olmalıydı. gözlerinden bir damla yaş aksa, ya da bir esintiyle tebessüm etse sevineceğim.. sadece yüzünde birazcık duygu görmek istedim günden güne. yalnızlık.. ona ve bana ait olan tek ortak yanımız olarak görünüyordu. ve o mutsuz, bense umutsuzdum..

yine sallanan koltuğumda oturup sıcak çikolata içerken, pencereden dışarıyı seyrediyordum.. kıyafetleri kirlenmiş ve yüzünde yılların acısını çekmiş gibi, büyümüş de küçülmüş bir erkek çocuğu gördüm.. karşıdaki eski ve kullanılmayan o küçük evin kapısının önüne oturdu. etrafına bakınıyor, insanları seyrediyordu benim gibi.. yüzündeki o acı ifadeyle karışık, gözlerinden yaşlar akmaya başladı.. her akan damla yerde kayboluyor ve umut olarak buharlaşıyordu. aşağıya inip yanına oturdum ve yüzümü ona çevirdim.. bana bakmıyordu, utangaç sandım başta. sonra kendinden emin, cesur bir bakış attı bana ve başını dimdik tutarak karşıdaki ufak kıza bakmaya başladı.. tahminimce yaşıtıydı ve ufacık yüreği o kız için atmaya başlamıştı. bunu hissettiğimi anlamış gibi tekrar yüzüme baktı.. hiç konuşmuyorduk çocukla ve elinden tutup onu ayağa kaldırdığımda karşı koymadı bana. onu evime çıkardım ve "ne yapıyorsun" bile demedi bana.. sallanan koltuğuma oturdum ve onu da karşıma aldım. kollarından tutup yüzüme çevirdim kendisini.. gözlerini kırpmadan merakla bakıyor, hala "ne yapıyorsun" demiyordu. ama yüzündeki ifadeden "ne yapmaya çalışıyor bu" dediği anlaşılıyordu.. o anda beni çok şaşırtacak bir şey yaptı ve yine kendinden emin ve cesur bakışını fırlattı yüzüme doğru.. ve sordu:

-adınız nedir?
*Nabeel. peki senin adın ne küçük adam?
-adım yok efendim.
*Anlıyorum.. peki sana bir isim bulmamı ister misin?
-eğer siz böyle uygun görüyorsanız, bulabilirsiniz efendim.
*Ailen seni çok iyi yetiştirmiş küçük adam.. çok saygılısın
-benim ailem yok efendim. ve kim nasıl isterse, öyle çağırır beni..
*O halde bundan sonra burda kalmak ister misin?
-siz nasıl isterseniz efendim.
*Sana alt katı hazırlayacağım.. ama fazla yüzyüze gelmeyeceğiz, tamam mı?
-sahibimi görmeden, ona nasıl hizmet edebilirim efendim?
*Sen köle değilsin. içindeki büyük adamı kendin göremiyor musun? merak etme, onu çıkaracağız.. sadece yalnızlığı sevdiğim için fazla yüzyüze gelmeyeceğiz. alt kat senin evin, tamam mı küçük adam?
-peki efendim.
*Bana sadece Nabeel de lütfen.
-Nabeel. isminiz çok güzel..
*Senin de ismin Carmel olsun.
-tamam Nabeel.

Carmel ile kasabada gezintiye başladık. yanımdaki küçük adamı görenler biraz şaşırıyorlardı.. birlikte bir mağazaya girdik ve ona yeni kıyafetler seçtik. ellerimizde torbalarla birlikte eve geri dönerken dikkatimi çeken Carmel'in oturup izlediği kız hala evimizin ordaydı.. Carmel bu sefer gözlerini kaçırarak baktı küçük kıza ve başını eğerek yürümeye devam etti.. Anlaşılan birazcık utanmıştı. Carmel ile eve çıktık ve ona banyonun yerini gösterdim. yıkandıktan sonra yeni kıyafetlerini giyindi ve şimdi çok daha iyi görünüyordu..

*Carmel, hadi aşağıya inip o küçük kızla tanış. belki iyi bir arkadaş olabilirsiniz.. ben de bu sırada alt katı senin için hazırlarım ve sonra seninle biraz konuşacağız.
-peki Nabeel. teşekkür ederim

büyük bir heyecanla ahşap merdivenlerden inmeye başladı.. merdivenlerin çıkardığı gıcırtıdan anlaşıldığı üzere, koşar adımlarla iniyordu. belki ikişer ikişer, belki de üçer üçer atlıyordu merdivenlerden. küçük adamın ufak yüreği büyümüş ve cesurca kızın yanına gitmişti. pencereden onları izledim bir süre ve birlikte oynamaya başlamışlardı.. yüzündeki o acı ifade ve yaşlı adam havası gitmiş, yerine bir papatya koklasa bile mutlu olabilecek ufak bir çocuk gelmişti. gözlerinin içi gülüyor ve sanki gözbebeği yıldız misali parlıyordu. bu daha önce yere düşen gözyaşı damlalarının umut olup buharlaşmasından daha güzel görünüyordu.. artık umut ona ait bir kavramdı. mutluluk da öyle..

Evin alt katını Carmel'e uygun bir şekilde hazırladıktan sonra yukarı çıkıp yemek hazırladım. ama bir sorun vardı.. hep tek kişilik yemekler hazırladığım için, bu alışkanlık olmuş belli ki; yine tek kişilik hazırladım. bu sırada ahşap merdivenlerin çıkardığı sesi yine duyabiliyordum ve sanırım Carmel yukarı geliyordu. hep kendi ayak seslerimden çıkan bu ses, şimdi başkasının ayak sesi olarak gelirken kulağıma çok yabancıydı bana..

-Benim biraz karnım acıktı Nabeel.
*Evet.. tamam!
derken içimdeki sıkıntı birden düşünmemi engellemeye başladı. ne yapacağımı şaşırdım ve o an aklıma sahildeki küçük yemek evi geldi..
*Hadi Carmel, ellerini yıka ve üzerine rahat bir şeyler giyin.

hiçbir şey söylemeden gitti ve ellerini yıkadı. sonra alt kata inerek dolabından yeni kıyafetlerinden seçmeye başladı.. giyindikten sonra yukarı geldi ve hazır olduğuna dair bir bakış attı gülümseyerek. yine suskundu.. evden çıkıp deniz kenarında küçük bir gezintiden sonra yemek evine vardık. ikimiz de oldukça aç görünüyorduk.. istediğimiz yemekler geldi ve Carmel büyük bir iştahla yemeğe başladı. ben daha başlayamamıştım onu izlemekten.. durakladı birden:

-neden yemiyorsun Nabeel? hızlı yememden rahatsız olduysan özür dilerim.
*Hayır, sakın öyle düşünme. sadece dışarıda yemeğe alışık değilim.. yakında sen de evde yemeğe alışacaksın.

tebessüm etti ve yemeğine devam etti. onu izlemekten ve onunla ilgilenmekten etrafıma hiç bakınmamıştım.. kafamı kaldırdığımda şaşkınlık içindeydim. karşı masadaki yağmur altındaki o dansıyla beni büyüleyen ve suskun kadındı! yemeğini bekliyordu ve beklerken de denizi seyrediyordu.. dalgalar onu ıslatırken, o gözlerini kapatarak bunun keyfini çıkarıyor gibiydi. hala yemeğime dokunmamış olmamdan rahatsız olan Carmel:

-lütfen artık yemeğini yer misin Nabeel? beni utandırıyorsun. nereye bakıyorsunuz?
*Hiç.. hiçbir yere bakmıyorum, pardon. yemeğine devam et Carmel, ben de yiyeceğim.

arkasını dönüp kadını gördü Carmel. ve yüzüme bakarak gülümsedi sadece.. sanki ona karşı olan hislerimi anlamıştı ve bundan mutluluk duyuyor gibiydi. yemeklerimiz bitince evimize döndük ve Carmel alt kattaydı.. bense yine sallanan koltuğuma oturmuştum. yerimden kalkıp Carmel'in yanına gittim..

*Carmel, senden bir şey isteyeceğim..
-tabi.. ne isterseniz yaparım Nabeel. hadi söyleyin..
*Bugün senin arkanda oturan o kadını görmüşsündür.. onun evini sana tarif edeceğim ve yarın söylediğim saatte ona yaptığım yemekten göndereceksin. tamam mı?
-tamam Nabeel. bunu yapabilirim.. peki kendisine bir şey söyleyeyim mi?
*Hayır, sadece kapıyı çal ve ona yemekleri verdikten sonra geri gel.

yine hiçbir şey söylemedi ve sustu öylece.. yüzüme baktı ve gülümsedi. arkamı dönüp yukarı çıkarken kapısını kapatmak için döndüğümde hala öylece bakıyordu bana.. ve elimi ışığı söndürmek için götürürken uzandı yatağına. odama çıkıp yarını bekledim sabırsızca..

her gün büyük bir sevinç ve heyecanla götürüyordu yaptığım yemekleri Carmel. onun için büyük bir keyifti sanki bu.. sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği yapıyordum suskun kadın için. ve bütün yemekleri de alıyormuş. her gün iki öğün yiyen kadın, artık üç öğün yiyordu.. ona her gün farklı yemekler yapıyordum ve sanırım bundan mutlu olabiliyordu. fakat hiç yemeklerin kimden geldiğini merak etmediğini düşünmeğe başladım.. çünkü öğrenmek için hiçbir şey yapmamıştı. aslında ben de bunu istiyordum ama aylar geçmişti ve artık ona olan duygularım daha da yoğunlaşıyordu. onu mutlu edebiliyor muydu yemeklerim, merak ediyordum..

. .. sonbahar gelmişti ve kendimi kötü hissediyordum. o gün hiç yemek yapasım yoktu.. elime bir kağıt, bir de kalem aldım. "naci en palestina" şarkısı defalarca çaldı pikapta, çok seviyordum bu parçayı. hüzün ve huzuru bir arada taşıyordu sanki.. ama o an hüzün ağır bastı ve masadaki kağıda gözlerimden süzülen birkaç damla gözyaşı düştü.. bir sayfalık bir not yazdım suskun kadına.. Carmel dışarıda yine o ufak kızla oynuyordu. ve çok mutlu görünüyordu ikisi de.. büyüdüklerinde gerçekten büyük bir aşk olacaktı aralarında, bunu hissediyordum. kızın ismini 1 hafta boyunca sormaktan çekinmiş Carmel.. ismi Graciela'ydı küçük kızın. Graciela evine dönerken, Carmel de her zamanki saatinde yemeği suskun kadına götürmek için yukarı çıkmaya başladı.. ahşap merdivenlerin çıkardığı gıcırtı bu sefer çok yavaştı, sanki bugün yemek yapmadığım içine doğmuştu Carmel'in. yanıma geldi ve yüzüme bakarken şaşkınlık ifadesinde üzüntü de vardı.. neden yemek yapmadığımı sormaktan çekinircesine bakıyordu suratıma. eline yazdığım sayfayı tutuşturdum ve hiçbir şey konuşmadık Carmel ile.. aslında bir şeyler söyleseydi bana, küçük adamın büyümüş yüreğinden neler çıkacağını çok merak ediyordum. ama konuşması için onu zorlamadım, yüzünden anlamaya çalıştım. belki de yanlış anladım ama notu isteksizce götürdüğünü düşünüyorum.. çünkü son olacağını biliyor gibiydi!

nottan ufak bir alıntı:
. .."zaman geçerken her gün sana yaptığım yemekler belki özlemlerini arttırıyor ben dindirmeye çalışırken. .yalnızlığını daha fazla gösteriyorum sana farkında olmadan. .ve bir şeye bağımlı olmanın heyecanı,acısı. .hepsini ben yapıyorum sana..bir gün gelmezse eğer!?. . üzüldüğün sadece yiyeceğin bir şeylerin olmaması olmayacak. .hatta düşünmeyeceksin bile yemeyi, sadece verilecek boş tabaklar,o küçük çocuğu bir daha göremeyecek olman üzecek seni..ve ben üzülmeni istemediğim için üzeceğim ∫en¡"• (burası •düşler kon∫erves¡•'ne ait)

Carmel geri döndüğünde üzgündü ve benimle konuşmamak için yemin etmiş gibiydi, suskun kadının yerini almıştı sanki.

  • Dipnot: Hikâyenin devamı gelecek diye düşünüyorum.. suskun kadın ne yapar, bilemem. göreceğiz =) aslında, onu da •düşler kon∫erves¡• yazıyor işte.. takip takip takip (:
  • İkinci Dipnot: Fotoğraf "Berkay Metin GEÇİCİ"ye aittir. Sevgilerimi sunarım..

23 Mart 2009 Pazartesi

Sevgili.yi Arayan Yürüyüş -boş bir yol-



Rüzgâr olabildiğince sert esiyordu o akşam.. tek başıma sonbaharı yaşamak kadar keyifsiz bir şey yoktur! tek başıma sıcak bir şarap içmenin de hiç keyifli bir yanı yoktur..
işte tek başıma kaldırımlarda seni aramamın da keyifli bir yanı yoktu! seni aramanın tek güzel yanı "umut"tu.. insanların "umudu olmayan insanın, hayatta bir amacı yoktur" sözlerine inatla; "umudum var benim" diyebilmenin içimdeki rahatlığı vardı biraz.. seni bulamayınca da ne kadar zavallı durumuna düştüğümü anlamışsındır yeşil elbiseli kız!

Lucida o an bana dönüp şunları söyledi:
-sen gözlerindeki ışığını yitirdiğinde, renk körlerinden beter olacaksın.. göremediğin bir-iki renk olmayacak; siyah-beyazla yetineceksin! umudun ışığın olsun, yaşam tarzınsa siyah-beyaz..

bencilliğe lüzum yoktu ve yerim de yoktu bedenimi "ben"lerle doldurmaya.. adımlarımı tek tek seçerken, nereye kadar taşıyabilir bedenim beni?
ya ruhum? kalbimle eş değerde olduğunu fark etmeme rağmen, daha ne kadar incitebilirdim ki onu? ruh, özgürlüğü bedene bağlıyken yaşamak ister; beden, ruhu kendine bağlamak için kalbi özenle taşımak ister..


Ağlamaklı yürüdüm bütün o yolları.. yolun ortasındaki çizgileri de takip ederek. sonra bir insanoğlu gördü beni, yardım etmek istedi halime acıyarak.. arabasına bindiğimde, arka sağ köşeye oturdum. ben genelde en çok orayı severim.. duygusal bir müzik açmasını istedim ve pencereden ağaçları saymaya başladım tek tek. zor oluyordu, indim arabadan!
Kar yağmaya başladı ilkbaharın ortasında, şans bu ya.. yüzüme tanelerin tek tek düşmesine bayılırım!
seni ararken, bir yandan o uzunca yolu lapa lapa yağan karın ağaçlara düşüşünü izleyerek yürümek ve ileride oluşan sisin sonunda beni neyin beklediğini bilmemek.. yürüyüşüme heyecan ve umut kattığı için biraz olsun gülümsetti beni! yüzümde oluşan tebessüm hâliyle yürümeye devam ediyordum artık.. ama yolda ne bir insan, ne de sana dair bir iz olmadığı için de mutsuzdum ayrıca! sanki herkes şehri terk etmiş; bomboş yollar, kar tanelerinin düştüğü ağaçların üzerindeki kuşlarla bana aitti..

Lucida beliriverdi sislerin arasından.. üzerindeki bembeyaz elbise, melekleri simgeler gibiydi. ayrıca kar bir tek onun üzerine yağmıyordu!
Lucida yine güzel yüreğinden çıkan iki-üç cümlesini söyledi ve gitti:
-kuşların özgürlüğünü kıskanmak aptallıktır.. çünkü onlar özgür olduğu için değil, kendilerini düşündükleri için uçup dururlar! kuşlar kadar bencil olmadığın için gurur duymalı; kuşlardan daha özgür olduğun için şükretmelisin. kanatların olmadan uçabilmeyi öğreneceksin!

sevgiyle yoğrulmuşsun Lucida.. düşüncelerinin güzelliğinden kaynaklanıyor üzerine kar yağmaması! çünkü sen kirli değilsin.. seni temiz göstermesi için üzerine kar yağması gerekmiyor. yüreğin temiz Lucida! yolumu aydınlat ve bana o'nu getir lütfen.. benim de sevgiye ulaşmamı sağla, sevginin değerini bilen! gözlerimdeki umut parıltısını gör ve beni o'na götür Lucida.. aşka bulanayım!

Şehrin sükûtu ve yolların boşluğundan yararlanan sinsi kuşların üzerimden uçuşmasından rahatsızlık duymaya başlamışken, seni görür gibi oldum sislerin arasında.. yaklaştıkça, sislerin arasında görünenin yaşlı bir adam olduğunu fark ettim. bembeyaz sakallarına iki tane kuş saklanmış, bana inat aşk tazeliyorlardı sanki..
Kar tutmuş yollarda ayak izleri bulmaya çalıştım.. ama hem sana geleceği kesin değildi, hem de ortada bir iz yoktu zaten!

iki zeytin ağacının arasına bir salıncak yapmıştık hayalinle
bir de hamak yaptık sarılıp uyumak için sallanırken kendi kendine..
ben daha çok minik salıncağımızı severdim,
sen rahatına düşkündün epeyce..
havadan mıdır bilemem, kasvet çöktü bu gece!
uyku çözer diye düşünürken
uyandığımda yoktu hayalin..
ve ben
yalnız başıma sallanamam
korkarım düşmekten.
Not: Yukarıdaki fotoğraf "Berkay Metin Geçici"ye aittir.. Sevgilerimi iletirim.

15 Mart 2009 Pazar

A Bloody Night


bugün farklı uyanmıştım.. nefesim kokmuyordu ve gözlerimde hiç çapak yoktu. dayanamadığım acıları bana yıkan hayatın, kendince vicdanını rahatlatmasıydı sanırım bu.. farklı olmayan tek şey, yorgunluğumdu.. yorgundum ve mutsuzluğum gözümden akmaya çalışan milyon tane damlacıkla daha da belirginleşiyordu.
ağlayamıyordum!
daha yatağımdan kalkamamıştım ve ne gariptir ki çarşafım da hiç üzerinde yatmamışım gibi dümdüzdü.. çıtçıtları var da bunların, çıkmamıştı bu sefer!

ellerin ellerimi öylece bırakırken senin,
işlemiş bedenime suyun, huyun ve nefesin..
gördüğün kadar işkenceye maruz kalmadım ben,
görmediğin kadar iştahlı nefsim..

ben yağmuru çok severim ya, ondan dışarıda yağmur vardı bugün.. şemsiyemi almadım, yüzüme yüzüme vursun diye. yağmurla birlikte, gözlerimdeki birikinti de akıp gider diye.
ağlamalıydım!
başımı eğerek yürümeyi pek sevmesem de, yağmurun şiddetiyle eğdim! sonra fark ettim ki, yağmur bile bana bunu yaptırabiliyorsa, ben acizleşmişim!

hayal meyal hatırlıyorum gözlerini,
"ben bir kere yaptım o hatayı" dediğini..
en son gördüğüm rüyadan aklımda kalmış,
sarıldığımda kokunu içine çektim
ve sen
-gitmedin!

çehremi kana bulayan, uykularımı kaçıran, seni görüp görüp ölmemi sağlayan rüyalarıma dönmek istemiyorum uyuyarak.. gözümü hep açık tutacak yeni bir ben buldum.
ama onu da kaybetmem zor olmadı.. seni kaybettiğimki zaman gibi çabuk olmasa da, tahmin edemediğim sürede bensizliğe kavuştu suretim!
bir doğum sancısı gibi değil, ölüm döşeği gibi hazırlıklı hiç değil..

nice kadınlar çıkacak karşıma yine
onlar bana adım adım yaklaşacaklar,
bense koşarak kaçacağım rüyalardaki gibi
ve rüyalarda koşmak zordur..
koştuğum kadar yolu gidememiş gibi
onlar daha çok yaklaşmış gibi korkutur..
sen
beni koruyamayacak kadar uzaksın
ölümüme yaklaştıran tuzaksın.
düşlerimde gördüğüm seni yaşamaya çalışırken
kalbimdeki cezaevinden kaçaksın..
sen suçlusun,
ve
suçundan kaçan bir korkaksın!

sen uzun zamandır dinlemek istediğim bir şarkı gibisin.. fakat tamamen nostaljisin!
ve sen en popüler olduğun zamanlardaki sen değilsin.
seni herkes unuttu, ben unutmadım
ama öyle uzaklara gittin ki; şarkı kulağımda, yakında sözlerini unutacağım bir fısıltı gibi..

13 Mart 2009 Cuma

rain




benim mi biriktirdiğim gözyaşlarım var, yoksa çatımın mı tamire ihtiyacı var?
bilemiyorum.. hiç de bilemedim zaten.
kendimi öyle gereksiz şeylerle oyaladım ki, hayatın ne kadar zor olduğunu yeni yeni anlıyorum..
bazıları farkında olmadığımı söylese de, ben hepsinden daha çok farkındayım. en kötüsü de, çaresizlik..

bence unuttun, hatta çoktan atmıştın!
bi yazımda da yazmıştım, satılıktı sanırım.. ruhumu satmadım ben hala ama; öncesinde beni kullanıp attın, sonrasında da sattın.. bilmem, öyle mi ki?
ben zaten her zaman kukla seçiliyorum.. haftanın, ayın, yılın daimi en şık kuklasıyım! biz buna halk içinde enâyi diyoruz.. evet, ben enâyiyim. çabuk aldanıyorum, çabuk aldatılıyorum..
saçım hiç de tel tel kıskanılacak gibi değil.. ve yokluğumda asla yutkunamazsın diye de bir şey yok! rahat ye arkadaşım, afiyet olsun.
rüyaların tersi çıkar zaten.. kimse benim için ağlamıyor, ben iyiyim! ve onunla iyi anlaşabilmen için, önce beni sevmen gerekir.. yazıların hala çürük, kendine dikkat et!


ilişki!
bi nevi iyi oldu aslında.. sevgiye ulaşamadık biz o'nun bu'nun gibi!
ama şu yönden eksikliği giderdim;
yıpratılmayalı, yıpranmayalı çok uzun zaman olmuştu..
bunu yapabilmesi için ne gerekiyor ey ahali, biliyor musunuz! bunu yapabilmesi için onu önemsemem, onu benimsemem, hatta onu birazcık sevmem bile yetebilir..
e bunu yapabildiğine göre ??
neyse..
ben senin kadar olmasa da, iyiyim kontes!


arkadaşlarımla birlikte çıkmama bir şey demesen?
bu konuda ne sen bana karış, ne ben sana..

dedi.
çocuk, içinden küfredercesine kabul etti önce bunu..
sonra kolay olmayacağını düşündü ve biraz fısıldadı da, dinleyen var mı ki?
anlamsız, mantıksız ve saçmacaydı oldukça..
çocuk, umursamazlığı sevgisizliğe yordu ve uyudu
gözlerini
kapatıp.
uyandığında telefona sarılmak ve hemen sevgilisine ulaşmak istedi!
söylemek istedikleri vardı..
"birbirimizin kolları arasında uyumak dışında, ne kadar alıştın bana?"
demek istediyse de çocuk, diyemedi.
cevabı zaten biliyordu..

..
.

hani iki tane sipsi vardı ya elimde,
ikisini de bırakmam gereken yerlere bıraktım..
evet, bunları ben yaptım! başkasına yaptırmadım.
birisini, parkın o benimsenmiş bankına; diğerini, o karlar arasında zorla çıkılan toprağa bıraktım..

ruhum o kadar ağırlaşmış ki; vücudumu kaldırdığımda, ruhum hala yanında kalıyor..
ve nispet eder gibi, dudaklarında bitiyor.
dokunmaksızın, ruhlar sevişiyor..
sen tebessüm ediyorsun, ben ölüyorum.
dipnot: bu yazımın başındaki fotoğrafı ben çektim.. nihah! bütün kullanım hakkı bana aittir, ona göre :P
ayrıca, tembelliğimden dolayı özür dilerim!!!
artık tekrardan yazmaya başlıyorum =)