21 Aralık 2009 Pazartesi
en küçük
soracağı kimsesi yok oysa.
çocuğun her yerde gördüğü birisi var.. gölgesi gibi hatta. sarılmak istediği birisi var üzerindeki hüznü atabilmek için. içinde bulunduğu oyunun, oynadığı oyunlara hiç benzemediğini fark etti.
kaçmak basittir ama onun adımları küçük.
4 Aralık 2009 Cuma
sarılmak.
seni özledim. yorgun bedenimi dinlendirmeye bırakmışken, seni görmek istemiyorum. ama bir yandan da çıldırmış gibi görmek istiyorum.. aslında benim sana o kadar çok ihtiyacım var ki, bu yüzden kırdım seni belki de bazı zamanlar. bu yüzden kızdım ilgisizliğine.. kabullenmek zorunda kaldığım şeyi, istemiyorum aslında.
kapının önünden geçen herkes sen gibi. her gördüğümü sen sanmak nasıl bir duygu, bilmiyorsundur eminim.. her dalgalı saçı olan, her beyaz tenli ve her tatlı gülüşlü sen gibi. kokunun burnumda olması ve yaptığım iş ne olursa olsun aklımda olman nasıl bir duygu, bunu da bilmiyorsundur belki.. seninle her yürüdüğümüz yerde yürüdüm, her oturduğumuz yerde oturdum bugün. geçtim oralardan adım adım ve içimi acıttım yine bile bile.. belki seni görsem o an, karşına atlayıp sarılacaktım. bilmiyorum yapabilir miydim ama bunu çok istediğime eminim..
seni suçluyordum onca şey için..
oysa bildiğim bir şey var. sarılırken biz, en az benim kadar sen de mutluydun çok. sımsıkı ve içten sarılırdın. bir de burnunu dayayıp öyle güzel çekerdin ki kokumu içine, bu en çok hoşuma giden şeydi..
elini tutmak kadar güzeldi,
evet.
29 Kasım 2009 Pazar
beklemek.
24 Kasım 2009 Salı
hasat zamanı.
-gerçekten farkına varmak istiyor musun?
çünkü farkına varmak istediğinde tutacağım ellerini.. şimdiki tutuşlarım, sadece değişler halinde.. bu önemsiz değişlerin yerine, tutunmak deyimini koymayı istiyorum ben. elini öyle bir tutmak istiyorum ki, bir daha bırakması mümkün olmasın.. koluna, bacağına, bedenine sarılayım ki, sen-ben ayrımı olmasın. sen ve benden bahsedilecekse şayet, iki isim geçmesin o konuşmada.. öyle tutunmak istiyorum ben sana.
sana daha çok iki-üç kelâm çıkar benim ağzımdan. önemli olan içine işlemesi söylediklerimin, kulağından girmesi değil.. sen açacaksın tutulmuş dilimi ki, iki-üç kelâmdan daha fazlasını duyabilesin.. sen çözeceksin dilimin düğümünü ki, dudaklarımı hafif kıpırdatmalarımda bile ne demek istediğimi önceden anlayabilesin.. ve yine sorulması gereken bir soru daha var burda;
-bunu istiyor musun? söylediklerimi duymak, anlamak zor değildir. istiyor musun ağzımdan çıkan her kelimeyle büyülenmeyi? istiyor musun tanıdıkça sevebilmeyi? aşkın derin yüzünü göstermesini istiyor musun?
çünkü istediğinde dökülecek binlerce sözcük dudaklarımdan.. istediğin için sevmek, aşık olmak daha kolay olacak. kırmak istemediğinden, çaresizlikten, boşluktan, yalnızlıktan yaslandığın bir duvar olmaktan çıkartıp beni; gözlerime baktığında sevgiden ağlayabilen, sarıldığında heyecandan titreyen, elimi tuttuğunda güvenden tebessüm eden bir masal kitabı olarak da görme beni.. masal değilim, masalda değilsin, masalımsı hiç değiliz. tamamen gerçeğiz ve gerçekçi hislerinle iste beni. veya yalandan söylenen hiçbir sözcükle avutmadan, dolaysız yoldan ve doğrudan gerçek sözlerle kır beni.. "istek" diyorum.. "istemek" diyorum.. varsa içinde bana dair bir damla, çabanla büyüt onu.. benim büyütüp yeşertmemi bekleme. varsa içinde bana dair bir nebze; saygını kat, sevgini kat, aşkını kat, karıştır hepsini de yücelt içindekini.. yoksa:-
çürür,
soğur,
erir
ve
tükenir..
20 Kasım 2009 Cuma
.nicre'
4 Kasım 2009 Çarşamba
dört kasım (üyo)
'şimdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı
yanmaz elinin değmediği ışıklar
gel, o şarkıyı beraber söyleyelim
tut ellerimden beni aydınlığa çıkar.
ben binlerce şarkı söyledim belki, ki sesimin de güzel olduğunu söylerler. çoğu ve hatta belki de hepsi yalnız başımaydı. ve şuan fark ettim ki, en güzelleri yalnız başıma söylediklerimdi.. hangi eller tuttuysa elimi, bıraktı. ve yine fark ettim ki, benim ellerim tek başına daha güçlü.. karanlığı içimden söküp atalı çok oldu, dışımdakini bıraktım -onu da artık sevişmek için kullanabilirim-.. aydınlık iyidir, temizdir, güzeldir. kim aşk sarhoşluğu geçtikten sonra mutlu olduğunu hissetmiş? ayık olmak da iyidir..
diyorum.. diyorum..
di
yor
-um-
u
yor
um.
yine de ne var biliyor musunuz? aşk gerçek. acısıyla, mutluluğuyla(!) gerçek.
bedenini satmayıp, ruhunu satanlar olsa da; aşk var.
evcilik oyunundaki kadar 'temiz' aşklar var.
13 Ekim 2009 Salı
onü.çekim
sonunda hissettiklerimin gerçek olmadığını anlarsam şayet, bu yine büyük bir hayal kırıklığı yaratacak bende. çünkü "bu sefer geçti, gitti" diyorum, "bu sefer" derken duraksadığım için telaşlıyım..
bir o kadar da uzağım.
13 Eylül 2009 Pazar
bir sürü kanatlar, kanattılar
vücuduma dokunan parmakların hiçbiri ruhumu okşamazken şimdiye kadar, senelerdir mikrop olup yaralarımdan içeri girmeye çalıştılar. kanıma aşk diye karışacakları yerde, zehir gibi yayıldılar. hepsi birer kanat gibi geldiler, sarıp sarmalayan cinsten. oysa hepsi kanattılar.. hiçbir masalı dinlemeyip sonunda güzel biten filmler çevirmeye kalktılar benimle. olmadı, olamazdı da.. tüm suçu üstlenmelerini istemedim hiç, ama susarak bunu kabullenenler çok oldu. ya da başında karşı çıkıp sonrada susanlar.. hiçbiri bir ötekinin yarasını kapatmak için değil de, hep yeni bi yara açmak için gelmiş gibi sanki. veya bana öyle geliyor şu saatten sonra.. kimisi arzusu için feda etti ruhunu, kimisi geçmişinden kurtulmak için. oysa bir ilişkinin tek kişi yaşanmadığını hatırlayamadı hiçbiri, benim varlığımı unuttular.
şimdiye kadar hep çoğul konuştum, biliyorum. çünkü çoktular.. bana "izin ver" diyenlere kızıyorum şimdi. ama en çok da onları dinlediğim için kendime kızıyorum. izin vermemekte kararlıydım oysa ve bu kadar çok "öylesine"ymiş gibi görünen ilişkim olmayacaktı şimdi. ne onların kirli ruhlarına ortaklık edecekti bedenim, ne de kirli ellerinde çürümeye bırakılacaktı yüzüm. onlar gibi kirlenmeyecektim.. tek yalanım, işlenen suçlara isteyerek suç ortağı olmuş gibi görünmem. kendimi aklamaya çalışamıyorum.. bu yüzden de çikolatanın sıcaktan eriyip kabından dışarı taşması gibi, taşıyor ruhum eriyip bedenimden.
ve ben buna mecburen sadece izleyici oluyorum..
8 Eylül 2009 Salı
yazabilmek
2 Eylül 2009 Çarşamba
içimdensankibirşeylerkopupgitti
kimse
senin
gibi
sev-
mez.
"ellerini özlemiyor değiller, fakat ağızları olmadığından konuşamıyorlar..
oysa ben.. seni ne kadar çok özlediğimi haykırabilirim
fakat bunu yapacak yüzüm ve gücüm yok.
başkasına ait olduğun günden beri,
mutlu olman için dua ediyorum..
sevgiler,
sevgili.m"
8 Ağustos 2009 Cumartesi
hırs.ız (beni oku)
dipnot: gösteriş için bir şeyler yazmamak lazım, bunu ilkokulda öğrenmiştim. iyi günler biri
ikinci dipnot: "biri biri biri biri" şeklinde bi reklam var ya, Ata Demirer oynuyor hani.. onun reklamını yapmış gibi oldum da, öyle anlaşılmasın hani.
can alıcı nokta: bence farklı olmaya çalışan kimse yok, bu yüzden maymun olmaya değecek bi durum da yok zaten.. mesela benim de sevgilim vardır da, popomu yırtarcasına bağrınmaya gerek duymuyorum : ) o halde ben farklı mıyım? yoo. sadece insan sıfatını taşımak bana zor gelmiyor.
11 Temmuz 2009 Cumartesi
ölü.m
6 Temmuz 2009 Pazartesi
huzursuz bulutlar
. onca kağıdı boşa yırttım diye üzüldüğüm zamanlar, onca aşkın da yiteceğini düşünememiştim. şimdi üzülmem gereken iki sebebi de tutuyorum içimde. onun için, koca bir iç çekip bakıyorum gökyüzüne. bulutlar huzur dolu dedin diye..
29 Haziran 2009 Pazartesi
bütün o şarkıları dinleyeceğim
eskiden "tepkiliyim!" diyebilirken, etkisiz hale geldim. dinlenmeye bıraktığım ruhum, bedenimi de dinlendirecekken tam; hapsedildi yine. kendi de istedi ama bu seferki aptallığından değildi. biz o duyguya 'güven' deriz, ya siz? gerçi ben 'biz' diyorum ama pardon, 'biz' diye nitelendirebileceğim kadar insan kitlesi yok arkamda. siz daha fazlasınız fakat benim söylediklerimde sizin borunuz ötmüyor.. siz sadece zarar vermesini bilirsiniz. kırıp döker, yıkıp geçersiniz.. neyse, 'güven' diyordum ben.. -mek eki geldiğinde sonuna fiil oluyor! fakat her insan bunu yapamadığı için pek bilinmez.. hatta o duyguyu veremiyorlar bile.
yalan dolandan sıkıldığımı milyon defa bağrındım etrafıma. ya beni dinlemesi gerekenlerin kulakları başka yerdeydi, ya da söylediklerim sinek vızıltısı gibi geldi.. ya beni dinlemesi gerekenler sadece dinliyormuş gibi gözüktüler, ya da dinlemek işlerine gelmedi.. çünkü hazırda bir aşk var; eridiğinde dolaba kaldırıp soğutulacak ve öylece beklemeye alınacak, pişmesi gerektiğinde tencereye atılacak ve tekrar kıvama gelecek.. bu döngüyü oluşturabilecek hep bir aşk var hazırda. ama bir şey hatırlatmak istedim şimdi! hiçbir hazır yemek, ev yemeğinin yerini tutmuyor..
şuan kurabileceğim milyonlarca cümle var.. evet, abartısız milyonlarca var! BÜTÜN o yazdıklarına, söylediklerine verebileceğim bir sürü cevabım var, her ne kadar cevap niteliği taşımasalar da. sen soru sormadın bana ama onların hepsine söyleyeceğim o kadar çok şey var ki! o kadar büyüttün ki içimdekileri, o kadar delik deşik ettin ki. ama söylemeyeceğim hiçbirini sana, içimde tutmasını iyi biliyorum. söylersem, altından kalkamayacaksın ve yine ben üzüleceğim bu yüzden. şuan tek istediğim; o'na gitmendir, coşup da sönmen değil! sönmesine sebep olan kırgınlıklarım olmamalı, ben arada değilim. çoktan çekildim, hatta çoktan sen çektin.. tek istediğim; o'na gitmen ve beni düşünmemendir. ben bir şeylerin farkına varmasını biliyorum, en iyi yaptığım şey bu hatta.
şimdi o yolun sonunda, seni bekleyene git. içine sahip olana, için olana..
hoş kal
13 Haziran 2009 Cumartesi
bir siyah, bir turuncu, hep siyah.
6 Haziran 2009 Cumartesi
yüzündeki başka izler
dudağım şimdi kan ağlıyor. avuçlarımda kırmızı damlalar ve ben yine sana sesleniyorum :-
ner
de
sin?
çocuk gibi kapandım dizlerime . ama .. .sonra ellerim halsizlikten düştü dizlerimin kenarlarına, sen buna nasıl izin verdin? beni bu hâle getirmeye.. seviyordun ya(!) .
henüz ölmedim sevgili. henüz bitmedim ben! kalıntılarınla bulgur pilavı yaptım kendime.. yedim yedim, yine senle doldum.
ama henüz yitmedim ben. söyle kadın; bitmeli mi gerçekten?
yüzüme katrankara acılar bulaştırmışsın, doğru mu? uzun zamandır aynaya bakamıyorum da yüzünden.. sadece ağladığımı biliyorum ve gözlerimden korkuyorum. çok şişmiş mi ?
dudağına eller dokunmuş sevgili.
yüzünü okşamış yabancı eller..
bedenine de deydi mi yabancı tenler?
diline kuşlar konmuş sevgili.
kemirip kanatmışlar gagalarıyla..
sen de binip uçmuşsun yabancı kanatlara.
..
.
yazar ve mektubu noktalar erkek, hayatını noktaladığı gibi..
27 Mayıs 2009 Çarşamba
26 Mayıs 2009 Salı
-aş(k)atınca- batmasam da, çıkamadığım çukurlar
ya valizim doldurulamayacak kadar ufaktı, ya da yanıma alacaklarım çok fazlaydı.
23 Mayıs 2009 Cumartesi
aşktadında
15 Mayıs 2009 Cuma
onbeşmayıs/ kızılsana
bir gün sana geleceğimi biliyordun, bunu intikam olarak kullanmak istedin.. farkında değilsin hiç, bunu yapabilecek hislerin hala yok.
sen kristal kirpiklerimden öperken,
ben turuncu mektuplarını okurken,
hayatıma giren bir hata yüzünden
yapmadığım diğer hatalarla suçlanıyorum..
1 Mayıs 2009 Cuma
Fısıltı #1 - #2 ve #3(Yeni) Birarada
yüzünü gösterdi.. güneşe gözlerini kısarak baktı ve kollarını açtı. sarhoşlar gibi döndü ertafında.. fırıldak kadar hızlı!
yüzünü örttü sonra.. bir daha güneş göremeyecek gibi. ölüler gibi sarıldı bedenine, sardı kendini.. gözlerini tamamen kapattı!
ve çekirdek kabuğunu çatlatır kıskançlığı
inceden süzülür yüzünden aydınlığı
gözleri kanlanmış. bulanık
-duyuyor musun beni? bana yardım et.
. ..anlamadı
-orda mısın? beni kurtarmalısın, ölüyorum.
. ..şaşkındı
-lütfen, lütfen duy beni. elimden tut!
. ..sessiz kaldı
evet, fısıltı. gittikçe daha derinden gelen, gittikçe daha kalınlaşan ses.
11 Nisan 2009 Cumartesi
Bir çocuk değişir, Türkiye değişir!
İletişim Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, stand tanıtımı vb. gibi iletişim faaliyetleriyle ilgili konularda destek verir.
Kaynak Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, kaynak ihtiyaçlarını karşılamak üzere, bağış yapabilecek şahıs ve/veya kurumlar ile bağlantı kurar, bu bağlantılar sonucu ayni ve/veya nakdi kaynak temin edilmesini sağlar.
Ofis Gönüllüsü; Park ya da Birimlerde kişisel ve mesleki tecrübeleri doğrultusunda ofis faaliyetlerine yardımcı olur.
Teknoloji Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında kullanılan bilgisayar ve ekipmanlara belirlenmiş tanımlar çerçevesinde destek verir.
Proje Gönüllüsü; Vakfın etkinlik noktalarında, diğer gönüllülük çeşitleri dışında kalan proje ve organizasyon temelli etkinliklerde destek verir.
Eğitmen Gönüllü; Eğitici eğitimlerinde ve Adım Adım Gönüllülük prosedürü içinde gönüllülere eğitmen olarak destek verir.
- Dipnot: TEGV Web Sitesi'nden daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Lütfen bir göz atın!
8 Nisan 2009 Çarşamba
turuncu kalp s.onsuz
Suskun kadının Nabeel'e yazmış olduğu mektup.tan sonra birkaç mektuplaşma daha olur ve sonraki gelişmelerse şöyledir:
Mektubu okuduğumdaki hissettiklerim ile Carmel'in yüzünde oluşan tebessüm birbirine o kadar yanındı ki.. sanki aynı duyguları yaşıyormuşuz gibi aynı yüz ifadesine bürünmüştük. bu belki de Carmel'in minik ama kocaman yüreğindeki Graciela'ya olan hislerle, benim suskun kadına karşı duyduğum hislerle aynı olduğu içindi.. Carmel yine hiçbir şey söylemeden kendi odasına ilerlemek için merdivenleri teker teker inerken, yaptığının güzel bir şey olduğunu düşündüğünden o tebessüm hiç eksilmiyordu suratından. ve mutluydu küçük adam.. küçük odasındaki penceresine geçti o da tıpkı benim gibi ve oturdu koltuğuna.. dışarıyı gülümseyerek izlemeye başladı. bense mektubun kısa olmasına rağmen defalarca okuyarak, sıcak çikolatamı yudumluyordum. bu kaçıncı sıcak çikolataydı acaba..
Carmel pencereden dışarıyı seyrederken Graciela'nın ne yapacağını bilemez bir şekilde telaşlandığını ve iki ev arasında koşturup durduğunu gördü.. Carmel'in yüzündeki o tebessüm bir anda gidiverdi ve yerini Graciela'nın telaşlı ifadesi aldı. ahşap merdivenlerin benim dışımda birinin adımlarından dolayı çıkardığı gıcırtıya alışmaya başlamıştım ki, bu sefer hızlı adımlarla inildiğini fark ettim. koşturan Carmel'di ve bütün bir merdiveni atlayarak inmiş olmalıydı.. neden bu kadar heyecanlandığını merak ederken, sallanan koltuğumdan ayağa kalktım ve penceremden dışarıya baktım. Carmel'in oyun arkadaşı olan tatlı kızı gördüm.. ne olduğunu o an anlayamadığım için sallanan koltuğuma oturup gazete okumaya başladım. benim de yüzümdeki ifade değişmişti.. kendimi çok mutlu hissederken bir anda içimdeki duygular değişti ve kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. sanırım bu kasabada duyguların hepsi bulaşıcı.. Graciela ve Carmel'in hissettiği o telaşı hissettiğimi, parmaklarımla oynamaya başladığımda anladım. çünkü genelde kafama takılıp bütün günümü çalan o bütün düşünceler, benim parmaklarımla oynamama sebep olurdu.. Carmel'in eve dönmesini beklerken içimde bir korku vardı ve merakım havanın kararmasıyla daha da çok artıyordu. artık sokak lambaları da yanmaya başlamıştı ve insanların yavaş yavaş evlerine döndüğünü görüyordum pencereden. ama ne Carmel ortalıklardaydı, ne de Graciela..
Carmel'in eve dönmesini beklerken dalmışım. ahşap merdivenlerimin çıkardığı gıcırtıyla uyandım.. gıcırtıların belli bir sessizlik aralığında olduğunu düşününce, merdivenlerin yavaşça çıkıldığını anladım. ve artık Carmel'in merdivenleri çıkışından içindeki hisleri anlayabiliyordum.. hiç yanıma uğramadan odasına girdi. yanına gidip ne olduğunu sormaya cesaret edemiyor, küçük adamın yaşadığı duyguları yoğunlaştırmaktan korkuyordum.. kötü bir şey olduğu belliydi!
Sabah olmuştu ve hiç gözümü kırpmamıştım Carmel yanıma gelir de benimle konuşmak ister diye.. ama ne gelen vardı, ne de alt katta herhangi bir tıkırtı! hiç ses çıkmıyordu ve sakindi ortalık ahşap yuvamız.. sadece sallanan koltuğumdan çıkan gıcırtıları duyabiliyordum ve bu beni hiç rahatsız etmezdi eskiden. sokağa bile adım atan hiçbir kasabalı yoktu daha. oysa bu saatte neredeyse bütün kasaba ayaklanmış olur, herkes işine giderken gülen yüzlerle selamlaşırdı..
Sıkıntıdan ne yapacağımı bilemez biçimde birkaç saat sonra kendimi müziğe verdim.. yine en sevdiğim plakı takmıştım ve ruhumla bütünleşti bir anda çalan müzik. sonra ruhum yine uçmak istedi sanki.. birden çıkıp gidecekmiş gibi oldu ve bu seferki ölümü tattırdı bana. ecelimin geldiğini hissettim ama canım acımadı.. en kötüsü de ışığı göremedim. öleceğinde insanların ışığı göreceği söylenir ya, küçüklüğümden beri bunu merak etmişimdir..
Akşam üzeri Carmel geldi yanıma.. dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini bacaklarıma koydu. başını bana doğru kaldırmak istiyordu ama utanıyordu sanki.. aradan kısa bir süre geçtikten sonra ağlamaya başladı ve başını dikti yüzüme doğru.
-Neden insanlar ölür Nabeel? Neden sevdiklerimiz ölür? Yangın çıkıp kasabamız kül olsun.. ama o geri gelsin Nabeel, onu geri getir!
*Kimi Carmel? Noldu? Anlat bana hadi..
-Nabeel, o öldü! Graciela'nın tutabildiği tek el gitti uzaklara.. Annesi öldü Nabeel!
Uzunca bir sessizlik girdi araya ve sarıldım küçük adama. uzun zamandır yalnız yaşıyor olmam beni öyle buz kesmiş ki, gözlerimden yaş gelmiyordu hiç.. yavaş yavaş güzel duyguların içine giriyor olsam da, ölümle uzun zamandır çok uzaktım ben. annemi kaybettiğimde çok küçüktüm. babamsa zaten benimle çok ilgisizdi ve her gece eve sarhoş gelirdi. bir akşam eve gelmedi ve sonraki akşamlar da hiç gelmedi.. eskiden Carmel gibiydim ben de! hiç yakınım da yoktu bana bakacak.. daha 10 yaşında ya vardım, ya yoktum; yük gemisinde çalışıyordum. bir gün bu kasabada buldum kendimi ve insanlar hep mutluydu. kendimi buraya ait hissetmesem de burada yaşanabilir, burada ölünebilirdi benim için.. Carmel'e sadece sarılabiliyor ve onun başını okşayabiliyordum. söyleyecek tek bir kelime dahi gelmiyordu aklıma. Carmel ayağa kalktı ve hızlı adımlarla merdivenlere doğru yöneldi. sonra koşmaya başladı ve koşarken gözlerinden düşen yaşları gördüm.. yine ağlayamadım ama içimdeki kopan fırtınaları hissedebiliyordum. beynimde sürekli şimşek gibi çakıyordu Carmel'in "onu geri getir" deyişi..
Daha saat çok geç olmamasına rağmen uyumak istedim. Yatağıma uzandım ve öylece tavanı seyrettim.. saatler ilerliyordu ve ben hala tavana bakıyordum boş boş. bomboş.. Carmel'i düşünüyordum sanırım. küçük bir çocuk çıkarıp kalbini avuçlarıma bırakmış ve benden yardım bekliyormuş gibi.. "kalbimi onar ve bana onu geri getir" demiş gibiydi.. benimse ellerim titriyordu ve ben kalp tutmayı bilmezdim. hele küçük bir çocuğa ait değilmiş gibi gözüken o kocaman kalbi tutabilmek için yeterince büyük değildi ellerim.. düşürüp kırmaktan korktuğum için kalbini onaramadan yerine koydum ve onu teselli bile edebilecek kelimeler seçip cümlelere yerleştiremedim.. Carmel'i de yalnızlığına itmiştim! Bir ara uyuyakalmışım tavanı izlerken..
Sabahın çok erken vakitlerinde uyandım ve yapabileceğim bir şeyler olmalıydı diye düşünürken aklıma bir şeyler gelmişti.. aniden yatağımdan fırladım ve paltomu giydim. sabah saatlerinde yaz-kış fark etmez soğuk olur buralar.. kendimi sokağa atıverdim ve gezinmeye başladım. Graciela'nın evi iki sokak aşağıdaydı ve evlerine doğru yöneldim.. kasabadaki olaylara genelde uzaktım ve insan içine çok nadiren karışırdım. ama bu sefer ne olursa olsun, birileriyle rahatça konuşacaktım yüzlerine bakarak! Graciela'nın evlerinin önünde durup saatin ilerlemesini bekleyecekken, Graciela gibi ufak bir kızın bu kadar erken bir saatte kapılarının önünde oturduğunu gördüm. başını ellerinin arasına almış ve dizlerinden destek alarak oturuyordu öylece. başı eğikti ve düşünceli gibiydi.. yanına gittiğimde gözlerini kapatmış ve beni fark etmediğini sanarak "Merhaba" dedim. yüzüme bile bakmadan kafasını salladı sadece.. yere çömeldim ve artık Graciela ile aynı boydaydık. ellerini tuttum;
*Graciela, duydum olanları..
-Siz kimsiniz?
*Ben Carmel'le birlikte yaşıyorum.. yani o benimle yaşıyor. öyle bir şey işte..
-Aa, evet. bana sizden çok bahsediyor.
*Gerçekten mi? Peki ne diyor?
. .. (saçmaladığımı fark ettim bi anda ve konuşmaya devam ettim)
*Aman, boşver şimdi bunu. ne diyeceğim, benimle biraz yürümek ister misin?
-Nereye gideceğiz?
*Önemli mi? Sadece konuşmak istiyorum biraz seninle..
-Peki.
dedi ve kalktı yerinden. deniz kenarına doğru yürümeye başladık.. deniz kenarına geldiğimizde konuşmaya başladım.
*Baban nerede Graciela?
-Benim babam küçükken vefat etti. Üvey babam vardı, bize bakardı. Sonra annemle ayrıldılar ama beni görmeye gelirdi işinden fırsat buldukça.. Uzun zamandır gelmiyor, yurtdışında yaşıyor. Annemle evli oldukları zaman da zaten yurtdışına giderdi sürekli, işi bunu gerektiriyormuş.
*Peki şuan kiminle kalıyorsun?
-Şimdilik anneannem geldi. Annemin cenazesini kaldıracakmışız bugün, sonra şehre gideceğiz. beni de götürecek. Carmel'e iyi bakın olur mu?
*Carmel'e iyi bakarım tabi fakat seninle çok iyi anlaşıyor. Çok üzülecek bu duruma..
-Gitmeyi ben de istemiyorum. Ama burada kalabileceğim bir yer yok artık..
*Haklısın. Bize gelmek ister misin? Carmel uyanmıştır. Hiçbir şey yemiyor ve odasından çıkmıyor.. Onunla biraz konuşmak ister misin?
-Olur ama anneannem merak eder.
*Ben evinizin orada olacağım, haber veririm merak etme.
-Peki, teşekkür ederim.
Graciela'yı Carmel'in yanına götürdüm. Carmel iki duyguyu aynı anda yaşıyordu Graciela yanına geldiğinde. hem onu gördüğü için sevinmişti, hem de Graciela'nın mutsuz yüzünü görünce üzülmüştü.. Bense Graciela'yı ve onun annesini tanıyan birileriyle konuşabilmek istiyordum. hala yeterince şey bilmiyordum onlara dair ve Graciela'nın buradan gitmemesi için bir şeyler bulmalıydım.. Graciela'nın evlerinin önüne gittim ve beklemeye devam ettim öylece.
Saatler sonra anneannesi pencereden dışarı çıkardı kafasını. Tahminimce Graciela'yı evde göremeyince meraklanmıştı ve ona bakınıyordu. Hemen beni görebilmesi için el salladım ve "Lütfen kapıyı açar mısınız?" diye seslendim. Camdan içeri girip pencereyi kapattı ve aşağıya iniyordu sanırım. Kapıya doğru yaklaştım ben de o sırada ve bekledim.. Kapı açıldığında konuşmaya başladık:
*Ben Graciela'nın arkadaşı olan Carmel'e bakıyorum.. İsmim Nabeel. Biraz konuşabilir miyiz efendim?
-Tabi, buyrun içeri.
*Teşekkür ederim..
İçeri girdikten sonra bir şeyler içip içmeyeceğimi sordu bu yaşlı kadın. istemedim ve o an sadece konuşmalıydım onunla..
*Graciela şuan Carmel'in yanında, merak etmeyin.. Biraz mutsuzluğu geçmesi için Carmel'in yanına götürdüm, üzgünlüğünü alabilir Carmel.. Ayrıca Graciela'yı yanınıza almayı düşünüyormuşsunuz, onu kasabadan ayırmamalısınız efendim.
-İyi düşünmüşsünüz, teşekkür ederim. Diğer konuya gelirsek, burda kalabileceği bir yer var mı sizce? ve burası artık onun için ölüm kokuyor.. onun burada kalacak bir yeri de olsa psikolojisinin daha fazla bozulmasına izin veremem!
*Ama o burada doğmadı mı? Onun çocukluğunu burada geçirmesi gerekmez mi? Burada büyüyor ve burayı seviyor. Hiç bilmediği yerlere götüreceksiniz onu. Deniz kokusunu özleyecek, çimenleri özleyecek, kasaba insanlarının mutlu yüzlerini özleyecek, küçük çocukların koşuşturmalarını özleyecek ve belki en çok da Carmel'i özleyecek.. Onun tek arkadaşı Carmel ve sadece onunla oynuyorlar.
-Ne düşünüyorsunuz siz? Küçücük çocukların birbirlerine sırılsıklam aşık olduğunu mu? Onların büyüyünce birbirleriyle evleneceğini filan mı düşünüyorsunuz? Komik olmayın, masallarda yaşamıyoruz. ve zaten bunları düşünecek durumda da değiliz..
*Size bundan bahsetmiyorum. Psikolojisini düşünüyorsunuz fakat onun oyun çağında bir çocuk olduğunu düşünemiyorsunuz.. Kasabada bir sürü çocuk varken tek anlaşabildiği ve oynayabildiği çocuk Carmel! Onlar birlikteyken çok mutlular. Bunu bilmiyorsunuz belki ama onların yanyana olduklarında yüzlerindeki ifadeyi görmediğinizden kaynaklanıyordur.
-Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim ama fikrimi değiştiremeyeceksiniz. Konuşacağımız başka bir şey var mıydı beyefendi?
*Yok bunak.. (diye mırıldandım)
-Efendim?
*Hayır efendim, başka bir şey yoktu.. Söylediğiniz şey "evimden defolup gider misiniz şimdi?" demenin kibarcasıydı, biliyorum. Kapıyı göstermenize de gerek yok, hiç zahmet etmeyin lütfen.. Yürürken düşüp bir yerlerinizin kırılmasından korkuyorum açıkçası. İyi günler dilerim!
Sözlerimi bitirdikten sonra kendimi evden dışarı hızlı bir şekilde attım ve inanılmaz derecede sinirliydim.. Deniz kenarında biraz yürümeye karar verdim. yürürken içimden denize küçük çocuklar gibi taşları fırlatmak geldi ama sanırım denizi yaşlı kadın olarak görüyordum.. sinirlerimin bana kötü şeyler yaptırmasından korkarak biraz kafamı dinlemek ve düşünmek için deniz kenarındaki o suskun kadının da eskiden hep gittiği minik yemek evine gittim. bir sıcak çikolata söyledim ve denizi seyrettim öylece.. düşüncelerimin beynimi kemirdiğini fark ettim ve düşünmekten vazgeçmeye karar verdim. ama suskun kadın bir yandan, Carmel bir yandan kafamı öyle çok meşgul ediyorlardı ki.. düşünmekten başka çarem olmadığını düşündüm sonra. suskun kadının hiçbir şeyden haberdar olmadığını ve meraklandığını tahmin ediyordum ama ona ayıracak vaktim olmadığından o kadar üzgündüm ki.. Acaba karnını doyurabiliyor mu diye de düşündüm sonra. artık yemek de göndermiyordum çünkü. Carmel ve benim de iştahımız kesilmişti zaten. ben ufak tefek şeyler atıştırabiliyordum, Carmel'inse bir şeyler yediğini görmüyordum.. mektup yazmalıydım suskun kadına, onu unuttuğumu düşünmesini istemiyordum. ama Carmel ve Graciela'nın durumuyla da o kadar meşguldüm ki, ne yapacağımı bilemediğim için suskun kadına da bir mektup yazabilecek durumda değildim. düşüncelerimin arasına Graciela'nın anneannesi de karıştı sonradan. yaşlı kadına o kadar sinirlenmiştim ki, kalbini de kırmak istememiş olmama rağmen kırdım belki. yaşlılığını yüzüne vurmam gerekmezdi, sonuçta yaşlanmış olması onun suçu değil! Sadece Carmel'i düşündüğümden, kızını yeni kaybetmiş bir kadına nasıl davranmam gerektiğini kestiremedim sanırım.. yaşlı kadına olan sinirim geçmiş, yerini bencilliğimden dolayı utanç duygusu kaplamıştı. ama her şeye rağmen Graciela'yı bu kasabadan koparması haksızlıktı..
Hava biraz kararmıştı ve eve gidip Graciela'yı aldım. Onu da evine bıraktım ve tekrar evime geldim.. artık o merdivenleri çıkmak o kadar yorucuydu ki benim için. ve çıkan o gıcırtı sesleri sinirimi bozmaya başlamıştı, bunu fark ettim.. sinirli biri olmaya başlıyordum sanırım, bu kötüydü. ama bir yandan da şöyle düşünüyorum; artık hislerimi dışarı gösterebiliyordum.. uzun zamandır bir yetişkinle bu kadar uzun bir konuşma yaptığımı hatırlamıyorum. hatta hiç yapmamıştım sanırım.. bu benim için de bir adımdı diye düşündüm ve Carmel'in yanına gittim. Ona yine sarıldım ve bu sefer sadece sarılmakla kalmadım:
*Carmel, iyi misin?
-İyi değilim Nabeel. Graciela'nın durumuna çok üzülüyorum.
*Biliyorum küçük adam. ama elimizden bir şey gelmez.. Benden annesini geri getirmemi istemiştin ama bunu yapamayacağımı biliyorsun değil mi? Ona canını ben vermedim, canını da ben almadım. Şimdi onu geri getiremem de.. keşke böyle bir özelliğim olsaydı da, isteğini yerine getirebilseydim Carmel. ama bunu yapamam, anlıyorsun değil mi?
-Evet, anlıyorum. Hiç bu hissettiklerimi hissettin mi Nabeel? Ölümü gördün mü hiç?
*Çaresizliği yaşadım Carmel.. çok kez yaşadım hem de. ama ayaklarımın üzerinde durmalıydım.. benim kimsem yoktu çünkü, tıpkı senin gibiydim. çocukluk nedir, bilmem ben. senden öğreniyorum şimdi Carmel.. beni bu yaşımda eğitiyorsun ve daha da büyüyorum seninle. biliyor musun, insanlar çok kez çaresiz kalırlar.. ve bazen sırf bu yüzden, istemese bile bulunduğu yerden gitmek zorunda kalırlar. ben küçükken doğduğum yerde mutluydum ve gitmek istememiştim.. ama büyüdüğümde de oraya dönmek istemedim. çaresizliği yaşamanı istemem, bu yüzden çabalayacağım Carmel.. üzülme, olur mu?!
-Ama şuan yaşadığım bu Nabeel. Graciela'nın üzülmemesi için hiçbir şey yapamıyorum.. bu çaresizlik değil mi?
*Annesini kaybetti, elbette üzülecek.. ama zamanı geldiğinde buna alışacak. senin ve benim gibi.. bütün insanlar gibi! sen şuan zaten onu mutlu edemezsin. ama ileride mutlu etmek için elinden geleni yapacağına eminim.. ve ben de sana yardım edeceğim.
-Sen çok iyisin Nabeel. Teşekkür ederim!
dedi ve gülümsedi bana. küçük ağzıyla ufak bir tebessüm etmesi bile bana o an o kadar büyük geldi ki.. gözlerinden akan yaşlara rağmen, o minik gülücüğünü benden esirgememişti Carmel.
*Hadi şimdi yatağına git Carmel.. küçükken ne kadar çok uyursan, büyüdüğünde Graciela'yı mutlu etmek için o kadar çok gücün olur ve çabalayabilirsin..
-Tamam Nabeel, iyi geceler.
dedi ve parmak uçlarına kadar kalkarak yüzüme yetişip bir de öpücük kondurdu yanağıma.. sonra dönüp merdivenlere doğru yol aldı.
*İyi geceler küçük adam..
dedim arkasından kısık bir sesle ve gülümsedim.
Sabah yine erken bir saatte kalktım ve ılık bir duş aldım.. duştan çıktıktan sonra sıcak çikolatamı penceremin kenarına koydum. sonra elime bir kağıt, bir de kalem alıp sallanan koltuğuma oturdum. Carmel'in içini biraz olsun rahatlatmış olmanın verdiği huzurla artık suskun kadına da bir mektup yazabilirdim..
Mektubumu bitirdikten sonra evden çıkıp sahile indim. mektup elimdeydi ve onu suskun kadına nasıl vereceğimi düşünüyordum.. bir dal parçası buldum ve onunla kumlardan bir kalp çizdim. kalbin kenarındaki çizgilerinin içini de sahildeki turuncu taşları toplayarak doldurdum.. mektup kağıdını da kalbin tam ortasına koydum.. elimdeki ağaç dalıyla kağıdın üstüne bir delik açtım ve dala tutturup kuma sapladım. Eve geri döndüğümde Carmel uyanmıştı ve beni bekliyordu odamda.. başta odama ben yokken girdiği için kızacak gibi oldum ama öyle uykulu ve masum bakıyordu ki bana, bir şey diyemedim.. koltuğuma oturmayıp, yere oturmuş ve öylece beklemiş beni.
-Günaydın Nabeel.
*Günaydın Carmel.. Nasılsın bakalım bugün?
-Biraz daha iyiyim. dün gece rahat uyumamı sağladığın için tekrar teşekkür ederim.
*Önemli değil..
-Beni yanına aldığın ve bana baktığın için de teşekkür ederim.
*Önemli değil Carmel.. Senden bir şey isteyebilir miyim?
-Tabi ki.. Hemen yaparım, söyle Nabeel!
*Kahvaltıdan sonra suskun kadının evine gider misin?
-Giderim. Yoksa yeniden yemek mi yapmaya başladın?
*Hayır, ona bir mektup yazdım.. ama mektup sahilde ve kadına sahile gidip mektubu almasını ister misin?
-Tamam Nabeel.
*Ona sahile indiğinde kuma saplanmış bir ağaç dalını göreceğini ve oraya gitmesini söyle..
-Söylerim Nabeel.
dedi ve kahvaltımızı bitirdikten sonra o eski heyecanıyla evden koşarak çıktı..
Nabeel'in suskun kadına yazdığı mektup:
. .."birkaç gündür size mektup gönderemediğim için çok üzgünüm. sizi merak ettirdiğimi düşünerek söylüyorum ki, bana kızmayın lütfen.. olayların hiçbirini bilmediğinizi düşünüyorum ve bu yüzden beni suçlayabileceğinizi düşünüyorum. Carmel'in arkadaşı olan ufak kızın, yani Graciela'nın annesi vefat etti birkaç gün önce.. Carmel çok üzgündü ve devamlı yanında olmaya çalıştım. Onunla ilgilenmek zorundayım. Sizi düşünmedim değil, düşündüm çok.. ama elimden bir şey gelmedi, üzgünüm. Carmel biraz daha iyi bugün ve onu size göndereceğim bu mektubu yazdığımı bilmeniz için.. Graciela'yı anneannesi şehre götürecekmiş, bunu daha Carmel bilmiyor. öğrenince çok üzüleceğini düşünüyorum. Sizden bir ricam olacak; Carmel'i sevdiyseniz şayet, ona Graciela'nın gideceğini öğrendiği süredeki zor günlerinde yardım eder misiniz? Ben pek konuşmasını beceremiyorum ve bu yüzden sanırım insanlarla zor iletişim kurabiliyorum.. ona nasıl yardım edebileceğim konusunda bir bilgim yok, pek düşünemiyorum. Onu o zor günlerinde arada size göndereceğim, ilgilenirseniz sevinirim.. ve sizi özlediğimi belirtmek isterim!"•
- Dipnot: Hikâyenin devamını(yani suskun kadının kısmını) yine yazacak olan arkadaşım •düşler kon∫erves¡•'dir.. Eğer hikâyeyi kopuk kopuk istemiyorsanız, takip etmenizi öneririm..
- İkinci Dipnot: Fotoğraf "Berkay Metin GEÇİCİ"ye aittir. Sevgilerimi sunarım..
6 Nisan 2009 Pazartesi
Kapalıyı bitirdik ya, açığımız kusur kaldı!
> 04 Nisan 2009, Cumartesi günü. Açık Öğretim ilk ara sınav günümüz!
Tamamen bir işkence! İlk olarak otobüs duraklarında bekleyen bir ton öğrenci tipli, ellerinde poşetler ve poşetlerin içinde de muhtemelen kalem,silgi ile sınava giriş belgeleri bulunan insanları görüyoruz.. İlk gün Allah'tan ağabeyim götürdü beni sınav yerine de, yoksa hayatta çekilmezdi o yol. Sınav yerine vardığımızda insanlara baktım da şöyle bir, nasıl da rahatlar.. kimsenin sınav umrunda değil gibi. bir grup kız arkadaşlar erkekleri kesiyor, bir grup erkek arkadaşlar kızları kesiyor.. Aman Allah'ım! Sonra çok yakın bir arkadaşımı gördüm de, rahatladım biraz ben de. Emre adındaki arkadaşım yanıma geldi, onda da bir şaşkınlık var.. ne yapacağını bilmez gibi! "ben niye geldim buraya lan?" tipi vardı. onu uykusuzluğuna veriyorum.. sonradan açıldı zaten.. en sonunda derslerin muhabbetine girebildik!
"naptın? çalıştın mı?" diye bir soru yöneltti bana..
"eh işte. 1 haftadır bakabildim anca" diyebildim ben de sıkıntıyla.
"ben de fazla çalışamadım ama kolay olur diye düşünüyorum. bi matematik zorlarsa zorlar, bir de muhasebeden biraz korkuyorum" dedi Emre..
zaten 4 tane dersten gireceğiz. yarısından şüphelisin be abicim! diyesim gelse de tuttum kendimi. çünkü ben de aynı şekildeyim :)
"valla ne yalan söyleyeyim, aynı durumdayım Emre'cim" dedim..
sonra bi an sormayı akıl edebildim;
"hangi bloktasın?"
"A bloktayım" dedi Emre..
"Aha, ben de A bloktayım. sınıfın hangisi?"
"18 No.lu sınıftayım.sen hangi sınıftasın?" dediği anda hayallerim yıkıldı adeta.. sanki bizim sınıfta olsa kopya çekebilecekmişiz gibi düşündüm. hani ikimizden biri de çok çalıştık ya sınavlara(!) birbirimize yardım edeceğiz aklımız sıra :)
"16 No.lu sınıftayım.neyse Emre'cim, hadi girelim içeri" dedim..
Yürümeye başladık ama yürüdükçe benim stresim iki kat artıyor. sonra kendimi avutma ve rahatlatma politikasını uyguluyorum;
"Emre, herkes Açık Öğretim sınavları kolay oluyor diyor.. Yani çalışmadan geçen çokmuş. Önemli olan sorularda mantık yürütebilmekmiş. E biz de akıllı çocuklarız hani, geçeriz değil mi?" diyorum..
"Geçeriz tabi kanka, rahat ol" diyor Emre de..
"Hıı, tamam o zaman. Yaparız yahu, n'olcak! Hem çok olmasa da çalıştık sayılır.. yani mantık yürütebiliriz değil mi?" diyorum..
"Yürütürüz, yürütürüz. merak etme sen! hadi başarılar Tunca!" diyor ve sınıfına doğru yürümeye başlıyor Emre.
İlk gün sınav bitiyor! ve matematikten hiç beklemediğim kadar çok soru yapıyorum.. Muhasebe sınavım da güzel geçiyor.. çünkü 15-20 tane kayıt sorusu var. e ben de zaten kayıtlara baktım hep kitaptan.. yani, doğru yapmışımdır herhalde! Temel Bilgi Teknolojileri dersi zaten bilgisayar dersi.. Windows ve Linux'un bir İşletim Sistemi olduğunu, Word ve Excel gibi programların işlevlerini ve yukarıdaki menü elemanlarında da neler bulunduğunu, ROM ve RAM'in ne işe yaradığını, giriş-çıkış birimlerini, yazılımların neler olduğunu bildikten sonra o sınavı geçememe gibi bir imkânınız zaten yok.. Hukuk dersine de hem çalışmıştım, hem de sınavda güzel mantık yürüttüğümü düşünürsek; güzel bir ilk ara sınav geçirdiğimi de düşünebiliriz..
Sınavdan çıktıktan sonra Emre ile evimize dönerken konuşmalarımız ayrı bi güzeldi. onun da sınavı kötü geçmemiş.. yani gerçekten çalışmadan bir şeyler yapabildik ama öyle de düşündüğümüz kadar basit değilmiş :)
Benim o an canımı sıkansa, ikinci ara sınavda gireceğim derslerin hiçbirine adam akıllı bakamamış olmamdı! İşletme dersine hiç çalışmamıştım. Temel Davranış Bilimleri sosyoloji ama sevgili düşünürlerin neler yaptıklarını tamamen unutmuşum.. O derse de birazcık bakabildim! İktisatsa tamamen bir korkulu rüyaydı benim için. Hani çalıştım ona da çok az ama, yok kardeşim! Öyle çok az çalışmayla geçilebilecek bir ders hiç değil..
Biraz daha bakabilmek için bu derslere sadece 3 saatim kalmıştı. Çünkü akşam da düğüne gidip, fotoğraf çekecektim. Sahi, düğün fotoğrafçılığı yaptığımı söylemedim hiç şu güne kadar :) zaten yeni başladım sayılır.. bu benim dördüncü düğünüm olacaktı! ve gece eve 1'de geleceğimi düşünürsek, stresim çok daha fazla artıyordu.. çünkü Uludağ Üniversitesi'nde gireceğim sınava ve bizim evden tam 1 saat sürüyor otobüsle. Ağabeyimin de tatil günü ve beni götürmek için uyanmasını isteyemem.. Kısacası benim pazar sabahı saat 7'de ayakta olmam gerekiyordu ve toplam 6 saat kadar uyuyacaktım! Önceki günden de uykusuz olduğumu düşünelim, işkence tamamen!
Güzel bir düğün geçirdik ve bunu şu şekilde süsleyebiliriz:
-Sevenleri sevdiğine vermediler, vermedileeeer.. güzel yüzlüm, şirin sözlüm çok gördüler, çok gördüleeeer! Abe kaynana, naptın bize? naptın bize? naptın bizeeee? Biz birbirimizi çok sevdik.. kaçıyoz bize, kaçıyoz yarimleeee!
Ahah, artık ezberledim bu şarkıyı. Gelin-Damat havası mıymış, neymiş :)
> 05 Nisan 2009, Pazar günü. Açık Öğretim ikinci ara sınav günümüz!
Tanıdık kimse yoktu ilk üniversitenin kampüsüne gittiğimde.. ve sınava gireceğim fakültede de hiç tanıdık göremedim. aman, zaten sınava 10dk. kala ordaydım ve kimseyle konuşacak vaktim de yoktu açıkçası..
2 saat süren sınavın yine sonuna kadar bekledim. zaten yine sınavdan en son çıkan bendim! yalnız önümdeki sırada oturan kıza takıldı kafam, "15dk'da sen ne yaptın da bitirdin sınavı?" diyesim geldi.. Yahu 36 tane işletme sorusu var ve sorular okunmalı. öyle kısa soru yok! çözeceğin matematiksel işlemi olan sorular da yok işletmede.. 30 tane Davranış Bilimleri sorusu var ki, e sosyoloji ve psikolojiyi lisede hepimiz gördük.. soruların uzun olduğunu ve okunmadan çözülemeyeceğini de biliyoruz! 36 tane İktisat sorusu var ki, zaten onlar ölüm.. yani 15dk.da bitebilecek bir sınav değil, hatta 2 saatte bile ben zor bitirdim. son 5dk. kala bitti benim sınavım ve son 5dk. kala sınıftan çıkmak yasak olduğundan tek başıma oturdum öyle en arka sırada.. İki tane öğretim üyesi vardı sınıfta, onlarla sohbet ettik 5dk. :)
Gelelim sınavımın nasıl geçtiğine!
Hiç çalışmadığım işletmeden bütün soruları yaptım.. hiç kafadan attığım soru yok yani! öyle güzel mantık yürütülebilecek sorular vardı ki, insanın bundan sonra da işletmeye çalışası gelmiyor :) Sınavdan çıktığımda "Benden personel değil, işletmeci olur abi!" diyesim geldi..
Davranış Bilimleri sınavım komediydi.. 5-6 tane düşünür sorusu vardı ve hepsini karıştırdım. aklıma hangisinin ne yaptığı gelmedi! sadece şunu hatırlıyorum; "Karl Marx, Hegel miydi neydi.. ondan etkilenmiştir ve çatışmayı savunur.. Karl Marx'ı görünce, çatışma şıkkını işaretleyeceksin abicim. o kadar!" diğer düşünür sorularıysa; kitapta sırasıyla hangisini okuduysam, onları işaretledim açıkçası.. yani kitapta sırasıyla hangi düşünürü tanıttıysa, soru sıralamalarına göre de onları işaretledim! Auguste Comte, Herbert Spencer, Durkheim ve Mead :)) Adamların isimlerini hatırlıyorum da, ne yaptıklarını tam olarak hatırlayamadım işte.. Mead düşünürümüze iki soruda şans tanıdım, Herbert Spencer,Durkheim ve Comte'a da birer sorularda şans tanıdım. Mead düşünürümüzün muhtemelen bi tane sorusu muhakkak tutacaktır, içime doğdu! Comte çok bilindik olduğunda tutmayabilir ama Spencer da muhakkak tutacak bakın! Durkheim ise geçen seneki sorulardan birinin cevabı olduğundan, onun durumu biraz şüpheli.. tutmayabilir yani :))
Neyse.. diğer sorular güzeldi ama. yine mantık yürütülebilecek sorular vardı. kısacası bu sınav da güzel geçti!
Amaaaa!
İktisat nedir öyle ya? tam 1 saat iktisatla uğraşmışımdır rahat.. hani ne biliyorum da, uğraştım(!) onu da bilmiyorum ama uğraştım yani. mantık yürütmeye çalıştım, o piti piti yaptım falan filan derken sorular öyle geçiverdi.. 36 soru da bitti ve sınavın bitimine son 5dk. kalmıştı! gerisini yukarda anlattım :)
UYKUM VAAAAR!
Alarmı çalmaya başlamış olmasına rağmen, eve geldiğim gibi hemen kendimi geri dışarı atasım vardı! 1 hafta boyunca eve dersler için kapanmış olduğumu ve ondan öncesinde de zaten çok fazla dışarı çıkmadığımı düşünürsek, gezmeye ihtiyacım vardı! Uykum var ama çıkıp gezmeye ve bol bol fotoğraf çekmeye de ihtiyacım vardı..
Kısacası, bunu da yaptım!
Çıktım, gezdim ve bol bol fotoğraf çektim.
Olaylar da olmadı değil, kötü olan şeyler de vardı ama bunları anlatmak istemiyorum.. şikayetçi değilim, kötü insanlar her yerdeler! sonuçta onlardan kurtulmaya çalışmaktan vazgeçtim, mücadele de etmiyorum artık.. kafasına göre davransınlar, ben de bildiğimi okurum öyle. sessiz ve sakin bir yaşam sürüyorum :)
Gece 1 gibi uyumuşum artık. ve 12.00'da ayaklandım!
Hala uykum olduğunu söylemeden geçemiyorum..
---
Dipnot: Çalışmadan açıktan bile öğrenilmez! Çalışmadan açıktan bile geçilmez!
2. ve söylemekten bıktığım Dipnot: Aşk ve sevginin değerini bilmenizi öneriyorum.. devir kötü, bulunmaz kötüden ötürü!
"duvara yazdım" kısmına yazmakla uğraşamayacağım için de küçük bir duvara yazdığım şeyi buraya eklemek istiyorum:
'rüyamda seni gördüm ve iyiki yarım kalıp uyandım.
çünkü sen ve ben, o çok sevdiğin aşk filmlerinin içinde yokuz..
masallar gerçek değildir; sen ve ben, sadece masaldan ibarettik..
bizimse, masalımız bile yarım kaldı.
27 Mart 2009 Cuma
yalnızlık s.onsuz
o gece balkondan görüp, merdivenleri koşa koşa inmiştim. onu uzaktan izlemiştim ve yağmurun altındaki büyüleyici dansı bittikten sonra takibe başlamıştım.. evini gördüm, evime yakındı. ertesi günü yalnız yaşadığını öğrendim.. ve sadece iki öğün yemek yermiş. yemek yapmayı sevmiyormuş ve o en sevdiğim sahilin, küçük ama en şirin yemek evine gidermiş.. bahçe tarafında oturup hem çimlerin tadını çıkarır, hem de denizi dinlemek hoşuna gidermiş. bazen dalgaların hızlandığı saatlerde ufaktan ıslanırmış ama sesini çıkarmazmış. sakin sakin sahilde dolaşırmış her sabah ve kimseyle konuşmazmış -kasabadakiler dili olmadığını düşünüyorlar- .. geceye kadar sallanan koltuğumda oturup onu düşleyebilirdim. sıcak çikolata, battaniye ve ona ait bir fotoğraf ile..
karşısına çıkamama sebebim cesaretsizliğimden değil, kendime söz verdiğimdendi.. nasıl bir insan bu kadar yalnızlığa ait olup da, bu kadar mutsuz olabilirdi! neden böyle suskun, böyle mutsuz ve neden böyle umarsız olduğunu kim bilebilir.. kendi yalnızlığımdan yola çıkarak düşünüyorum da, bu kadar mutsuz olması için kötü şeyler yaşamış olmalıydı. gözlerinden bir damla yaş aksa, ya da bir esintiyle tebessüm etse sevineceğim.. sadece yüzünde birazcık duygu görmek istedim günden güne. yalnızlık.. ona ve bana ait olan tek ortak yanımız olarak görünüyordu. ve o mutsuz, bense umutsuzdum..
yine sallanan koltuğumda oturup sıcak çikolata içerken, pencereden dışarıyı seyrediyordum.. kıyafetleri kirlenmiş ve yüzünde yılların acısını çekmiş gibi, büyümüş de küçülmüş bir erkek çocuğu gördüm.. karşıdaki eski ve kullanılmayan o küçük evin kapısının önüne oturdu. etrafına bakınıyor, insanları seyrediyordu benim gibi.. yüzündeki o acı ifadeyle karışık, gözlerinden yaşlar akmaya başladı.. her akan damla yerde kayboluyor ve umut olarak buharlaşıyordu. aşağıya inip yanına oturdum ve yüzümü ona çevirdim.. bana bakmıyordu, utangaç sandım başta. sonra kendinden emin, cesur bir bakış attı bana ve başını dimdik tutarak karşıdaki ufak kıza bakmaya başladı.. tahminimce yaşıtıydı ve ufacık yüreği o kız için atmaya başlamıştı. bunu hissettiğimi anlamış gibi tekrar yüzüme baktı.. hiç konuşmuyorduk çocukla ve elinden tutup onu ayağa kaldırdığımda karşı koymadı bana. onu evime çıkardım ve "ne yapıyorsun" bile demedi bana.. sallanan koltuğuma oturdum ve onu da karşıma aldım. kollarından tutup yüzüme çevirdim kendisini.. gözlerini kırpmadan merakla bakıyor, hala "ne yapıyorsun" demiyordu. ama yüzündeki ifadeden "ne yapmaya çalışıyor bu" dediği anlaşılıyordu.. o anda beni çok şaşırtacak bir şey yaptı ve yine kendinden emin ve cesur bakışını fırlattı yüzüme doğru.. ve sordu:
-adınız nedir?
*Nabeel. peki senin adın ne küçük adam?
-adım yok efendim.
*Anlıyorum.. peki sana bir isim bulmamı ister misin?
-eğer siz böyle uygun görüyorsanız, bulabilirsiniz efendim.
*Ailen seni çok iyi yetiştirmiş küçük adam.. çok saygılısın
-benim ailem yok efendim. ve kim nasıl isterse, öyle çağırır beni..
*O halde bundan sonra burda kalmak ister misin?
-siz nasıl isterseniz efendim.
*Sana alt katı hazırlayacağım.. ama fazla yüzyüze gelmeyeceğiz, tamam mı?
-sahibimi görmeden, ona nasıl hizmet edebilirim efendim?
*Sen köle değilsin. içindeki büyük adamı kendin göremiyor musun? merak etme, onu çıkaracağız.. sadece yalnızlığı sevdiğim için fazla yüzyüze gelmeyeceğiz. alt kat senin evin, tamam mı küçük adam?
-peki efendim.
*Bana sadece Nabeel de lütfen.
-Nabeel. isminiz çok güzel..
*Senin de ismin Carmel olsun.
-tamam Nabeel.
Carmel ile kasabada gezintiye başladık. yanımdaki küçük adamı görenler biraz şaşırıyorlardı.. birlikte bir mağazaya girdik ve ona yeni kıyafetler seçtik. ellerimizde torbalarla birlikte eve geri dönerken dikkatimi çeken Carmel'in oturup izlediği kız hala evimizin ordaydı.. Carmel bu sefer gözlerini kaçırarak baktı küçük kıza ve başını eğerek yürümeye devam etti.. Anlaşılan birazcık utanmıştı. Carmel ile eve çıktık ve ona banyonun yerini gösterdim. yıkandıktan sonra yeni kıyafetlerini giyindi ve şimdi çok daha iyi görünüyordu..
*Carmel, hadi aşağıya inip o küçük kızla tanış. belki iyi bir arkadaş olabilirsiniz.. ben de bu sırada alt katı senin için hazırlarım ve sonra seninle biraz konuşacağız.
-peki Nabeel. teşekkür ederim
büyük bir heyecanla ahşap merdivenlerden inmeye başladı.. merdivenlerin çıkardığı gıcırtıdan anlaşıldığı üzere, koşar adımlarla iniyordu. belki ikişer ikişer, belki de üçer üçer atlıyordu merdivenlerden. küçük adamın ufak yüreği büyümüş ve cesurca kızın yanına gitmişti. pencereden onları izledim bir süre ve birlikte oynamaya başlamışlardı.. yüzündeki o acı ifade ve yaşlı adam havası gitmiş, yerine bir papatya koklasa bile mutlu olabilecek ufak bir çocuk gelmişti. gözlerinin içi gülüyor ve sanki gözbebeği yıldız misali parlıyordu. bu daha önce yere düşen gözyaşı damlalarının umut olup buharlaşmasından daha güzel görünüyordu.. artık umut ona ait bir kavramdı. mutluluk da öyle..
Evin alt katını Carmel'e uygun bir şekilde hazırladıktan sonra yukarı çıkıp yemek hazırladım. ama bir sorun vardı.. hep tek kişilik yemekler hazırladığım için, bu alışkanlık olmuş belli ki; yine tek kişilik hazırladım. bu sırada ahşap merdivenlerin çıkardığı sesi yine duyabiliyordum ve sanırım Carmel yukarı geliyordu. hep kendi ayak seslerimden çıkan bu ses, şimdi başkasının ayak sesi olarak gelirken kulağıma çok yabancıydı bana..
-Benim biraz karnım acıktı Nabeel.
*Evet.. tamam!
derken içimdeki sıkıntı birden düşünmemi engellemeye başladı. ne yapacağımı şaşırdım ve o an aklıma sahildeki küçük yemek evi geldi..
*Hadi Carmel, ellerini yıka ve üzerine rahat bir şeyler giyin.
hiçbir şey söylemeden gitti ve ellerini yıkadı. sonra alt kata inerek dolabından yeni kıyafetlerinden seçmeye başladı.. giyindikten sonra yukarı geldi ve hazır olduğuna dair bir bakış attı gülümseyerek. yine suskundu.. evden çıkıp deniz kenarında küçük bir gezintiden sonra yemek evine vardık. ikimiz de oldukça aç görünüyorduk.. istediğimiz yemekler geldi ve Carmel büyük bir iştahla yemeğe başladı. ben daha başlayamamıştım onu izlemekten.. durakladı birden:
-neden yemiyorsun Nabeel? hızlı yememden rahatsız olduysan özür dilerim.
*Hayır, sakın öyle düşünme. sadece dışarıda yemeğe alışık değilim.. yakında sen de evde yemeğe alışacaksın.
tebessüm etti ve yemeğine devam etti. onu izlemekten ve onunla ilgilenmekten etrafıma hiç bakınmamıştım.. kafamı kaldırdığımda şaşkınlık içindeydim. karşı masadaki yağmur altındaki o dansıyla beni büyüleyen ve suskun kadındı! yemeğini bekliyordu ve beklerken de denizi seyrediyordu.. dalgalar onu ıslatırken, o gözlerini kapatarak bunun keyfini çıkarıyor gibiydi. hala yemeğime dokunmamış olmamdan rahatsız olan Carmel:
-lütfen artık yemeğini yer misin Nabeel? beni utandırıyorsun. nereye bakıyorsunuz?
*Hiç.. hiçbir yere bakmıyorum, pardon. yemeğine devam et Carmel, ben de yiyeceğim.
arkasını dönüp kadını gördü Carmel. ve yüzüme bakarak gülümsedi sadece.. sanki ona karşı olan hislerimi anlamıştı ve bundan mutluluk duyuyor gibiydi. yemeklerimiz bitince evimize döndük ve Carmel alt kattaydı.. bense yine sallanan koltuğuma oturmuştum. yerimden kalkıp Carmel'in yanına gittim..
*Carmel, senden bir şey isteyeceğim..
-tabi.. ne isterseniz yaparım Nabeel. hadi söyleyin..
*Bugün senin arkanda oturan o kadını görmüşsündür.. onun evini sana tarif edeceğim ve yarın söylediğim saatte ona yaptığım yemekten göndereceksin. tamam mı?
-tamam Nabeel. bunu yapabilirim.. peki kendisine bir şey söyleyeyim mi?
*Hayır, sadece kapıyı çal ve ona yemekleri verdikten sonra geri gel.
yine hiçbir şey söylemedi ve sustu öylece.. yüzüme baktı ve gülümsedi. arkamı dönüp yukarı çıkarken kapısını kapatmak için döndüğümde hala öylece bakıyordu bana.. ve elimi ışığı söndürmek için götürürken uzandı yatağına. odama çıkıp yarını bekledim sabırsızca..
her gün büyük bir sevinç ve heyecanla götürüyordu yaptığım yemekleri Carmel. onun için büyük bir keyifti sanki bu.. sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği yapıyordum suskun kadın için. ve bütün yemekleri de alıyormuş. her gün iki öğün yiyen kadın, artık üç öğün yiyordu.. ona her gün farklı yemekler yapıyordum ve sanırım bundan mutlu olabiliyordu. fakat hiç yemeklerin kimden geldiğini merak etmediğini düşünmeğe başladım.. çünkü öğrenmek için hiçbir şey yapmamıştı. aslında ben de bunu istiyordum ama aylar geçmişti ve artık ona olan duygularım daha da yoğunlaşıyordu. onu mutlu edebiliyor muydu yemeklerim, merak ediyordum..
. .. sonbahar gelmişti ve kendimi kötü hissediyordum. o gün hiç yemek yapasım yoktu.. elime bir kağıt, bir de kalem aldım. "naci en palestina" şarkısı defalarca çaldı pikapta, çok seviyordum bu parçayı. hüzün ve huzuru bir arada taşıyordu sanki.. ama o an hüzün ağır bastı ve masadaki kağıda gözlerimden süzülen birkaç damla gözyaşı düştü.. bir sayfalık bir not yazdım suskun kadına.. Carmel dışarıda yine o ufak kızla oynuyordu. ve çok mutlu görünüyordu ikisi de.. büyüdüklerinde gerçekten büyük bir aşk olacaktı aralarında, bunu hissediyordum. kızın ismini 1 hafta boyunca sormaktan çekinmiş Carmel.. ismi Graciela'ydı küçük kızın. Graciela evine dönerken, Carmel de her zamanki saatinde yemeği suskun kadına götürmek için yukarı çıkmaya başladı.. ahşap merdivenlerin çıkardığı gıcırtı bu sefer çok yavaştı, sanki bugün yemek yapmadığım içine doğmuştu Carmel'in. yanıma geldi ve yüzüme bakarken şaşkınlık ifadesinde üzüntü de vardı.. neden yemek yapmadığımı sormaktan çekinircesine bakıyordu suratıma. eline yazdığım sayfayı tutuşturdum ve hiçbir şey konuşmadık Carmel ile.. aslında bir şeyler söyleseydi bana, küçük adamın büyümüş yüreğinden neler çıkacağını çok merak ediyordum. ama konuşması için onu zorlamadım, yüzünden anlamaya çalıştım. belki de yanlış anladım ama notu isteksizce götürdüğünü düşünüyorum.. çünkü son olacağını biliyor gibiydi!
nottan ufak bir alıntı:
. .."zaman geçerken her gün sana yaptığım yemekler belki özlemlerini arttırıyor ben dindirmeye çalışırken. .yalnızlığını daha fazla gösteriyorum sana farkında olmadan. .ve bir şeye bağımlı olmanın heyecanı,acısı. .hepsini ben yapıyorum sana..bir gün gelmezse eğer!?. . üzüldüğün sadece yiyeceğin bir şeylerin olmaması olmayacak. .hatta düşünmeyeceksin bile yemeyi, sadece verilecek boş tabaklar,o küçük çocuğu bir daha göremeyecek olman üzecek seni..ve ben üzülmeni istemediğim için üzeceğim ∫en¡"• (burası •düşler kon∫erves¡•'ne ait)
Carmel geri döndüğünde üzgündü ve benimle konuşmamak için yemin etmiş gibiydi, suskun kadının yerini almıştı sanki.
- Dipnot: Hikâyenin devamı gelecek diye düşünüyorum.. suskun kadın ne yapar, bilemem. göreceğiz =) aslında, onu da •düşler kon∫erves¡• yazıyor işte.. takip takip takip (:
- İkinci Dipnot: Fotoğraf "Berkay Metin GEÇİCİ"ye aittir. Sevgilerimi sunarım..