29 Kasım 2009 Pazar

beklemek.


bir durum var elbette. öyle bir belirsizlik var ki; içten içe çürütüp bedeni, zarar veriyor ruha.. var bir durum ki, böyle umutsuz da olsa bekleyebiliyorum günlerce sonunu bile bile. fakat içinden gelmiyorsa, zorlanmaz ki hiçbir insan sevgiye. tutulmaz zorla elinden, götürülmez hayalindeki yere. hala bir beklediği varsa insanın, zorla da yerleşilmez ki onun kalbine.. hatta başka bir beklediği varsa insanın sevebileceği, suçlanmaz sevmiyor diye. suçlanacağı tek şeydir; madem sevebilmek için bekliyorsun bir başkasını, beni oyuncak etmek niye?

karşına çıkmasını istediğin gibi çıksa o, atacaksın beni. hatırlamayacaksın ve hatta vicdan azabı bile çekmeyeceksin. anlık mutluluğunu yaşayıp, unutacaksın.. o halde suçlarım şimdi ben de seni. suçlarım en doğal hakkımla. umursamayacağını bilsem de, boşu boşuna suçlarım seni. başından dedim çünkü; ben bir diğeri olmaya, boşluk doldurmaya gelmedim sana.. ben bir başkasını beklediğini bilseydim, bekler miydim seni? sevebileceğin biri değilsem, sadece iki-üç günlük mutluluğun için yanında duramam. hangi insan birini iyi hissettirmek için oyuncağı olur göz göre göre? ben esas duruşta susup bekliyorum dediysem, kurşun askerin oldum demedim.

nasıl bir çelişkidir ki; sevgisini belli edemediğini söyleyen insan, ona o sevgiyi tattıracak birini bekler. madem hayalindeki sevgiliyi bekliyorsun, ona o sevgiyi sen de göstereceksindir.. hem insanın içinde gerçekten bir sevgi olsa, o hisleri tutamaz zaten. zehirleneceğini bilir insan. işin başka bir boyutu daha var; madem hayalindeki sevgiliyi bekliyorsun, ben bu olayın içinde neyim? ayrıca sen bu olaya oyun gözüyle bakıyorsun.. hem de kaçmak istediğin.

şimdi bu seninle benim içinde bulunduğum kendi aptal oyununda, seni çıkartıp kurtaması için o beklediğin sevgiliye ihtiyacın yok. kendi yarattığın oyununda, serbest bıraktım seni.. bir veda busesi kondurup giderken, oyunun içinden kurtardım seni. böylece aklını rahatsız edecek bir şeyden de kurtulup, odaklanman gereken beklediğin hayali sevgilinle başbaşa bıraktım seni..

ben bekledim. içinden bir damla aşk düşecek diye avucuma bekledim. içinden bir kaşık sevgi tadacağım diye bekledim.. eskicinin çöpten işe yarar bir şey bulmak için karıştırdığı gibi, karıştırdım içini. fakat hiçbir hissiyat bulamadım ve boş boş bağırmaz hiçbir eskici..

24 Kasım 2009 Salı

hasat zamanı.

çoktan beri lâl olmuş hâller içindeyken, benden iki-üç kelâm duyabiliyorsan bile bu bi kârdır. fakat bunun farkına ne zaman varmak istediğini anlayabilmiş değilim. ya da bir soru sorulacaksa, asıl soru şu olmalı;
-gerçekten farkına varmak istiyor musun?
çünkü farkına varmak istediğinde tutacağım ellerini.. şimdiki tutuşlarım, sadece değişler halinde.. bu önemsiz değişlerin yerine, tutunmak deyimini koymayı istiyorum ben. elini öyle bir tutmak istiyorum ki, bir daha bırakması mümkün olmasın.. koluna, bacağına, bedenine sarılayım ki, sen-ben ayrımı olmasın. sen ve benden bahsedilecekse şayet, iki isim geçmesin o konuşmada.. öyle tutunmak istiyorum ben sana.

sana daha çok iki-üç kelâm çıkar benim ağzımdan. önemli olan içine işlemesi söylediklerimin, kulağından girmesi değil.. sen açacaksın tutulmuş dilimi ki, iki-üç kelâmdan daha fazlasını duyabilesin.. sen çözeceksin dilimin düğümünü ki, dudaklarımı hafif kıpırdatmalarımda bile ne demek istediğimi önceden anlayabilesin.. ve yine sorulması gereken bir soru daha var burda;
-bunu istiyor musun? söylediklerimi duymak, anlamak zor değildir. istiyor musun ağzımdan çıkan her kelimeyle büyülenmeyi? istiyor musun tanıdıkça sevebilmeyi? aşkın derin yüzünü göstermesini istiyor musun?
çünkü istediğinde dökülecek binlerce sözcük dudaklarımdan.. istediğin için sevmek, aşık olmak daha kolay olacak. kırmak istemediğinden, çaresizlikten, boşluktan, yalnızlıktan yaslandığın bir duvar olmaktan çıkartıp beni; gözlerime baktığında sevgiden ağlayabilen, sarıldığında heyecandan titreyen, elimi tuttuğunda güvenden tebessüm eden bir masal kitabı olarak da görme beni.. masal değilim, masalda değilsin, masalımsı hiç değiliz. tamamen gerçeğiz ve gerçekçi hislerinle iste beni. veya yalandan söylenen hiçbir sözcükle avutmadan, dolaysız yoldan ve doğrudan gerçek sözlerle kır beni.. "istek" diyorum.. "istemek" diyorum.. varsa içinde bana dair bir damla, çabanla büyüt onu.. benim büyütüp yeşertmemi bekleme. varsa içinde bana dair bir nebze; saygını kat, sevgini kat, aşkını kat, karıştır hepsini de yücelt içindekini.. yoksa:-
çürür,
soğur,
erir
ve
tükenir..

20 Kasım 2009 Cuma

.nicre'


son kez o kapıyı kapatıp çıktım yuvamdan. yuvarlana yuvarlana değil bu sefer, tökezleyerek hiç değil. bu seferki çok farklı hayatımda. uzun zaman sonra yere sağlam basarak, emin adımlarla ayrıldım o evden. çok değil, daha bir sene öncesine kadar gözümdeki yaşları döktüğüm kabıma vurdum sonunda ayağımla. biriktirdiğim tüm o damlalar da, anılarıyla birlikte yok oldular. inkâr edemeyeceğim kadar da yeniler aslında ama şuan bana yenikler..

çıktım o evden.. son yolcuydum buralardan giden ve zaten son trene yetişmiştim. ve boşluğumla başbaşa kaldığımda vagonun birinde, dolduramayacak kadar özel olduğunu anladım. sen o boşluğu zaten doldurmayacaksın.. kapatıp, kendine çok daha özel bir yer açacaksın.. kalbimin odacıklarını birleştirip, sıcak bir yuva yaratacaksın ikimize.. biz.e.. zaten sen de, benim gibi parça parça olan hiçbir şeyi sevmiyorsun anlaşılan.

yitirilmiş tüm umutları attığım çöp tenekesini en uzaklara götürüp, bıraktım uçurumdan. bir daha beni bulabileceklerini hiç sanmıyorum. zaten ben gizlenmesini de iyi bilirim.

ben o kapıyı her kapatışımda kilit vurmayı unuttum. şayet gerçekçi olmak gerekirse, her seferinde de bilerek unutuldu o kilidi vurmak. neyi ve neden beklediğimi bilemeden yaşadığım onca zaman yüzünden, vursam da o kilidi çok kez kırarlardı -kırılgandır kalbim gibi- .. çok uzunsa o yollar, yürümeye üşenebilirim tek başıma. ama bu denemeyeceğim anlamına gelmez. sadece zaten yorgun olduğumdan, daha da yorulmak istemiyorum (evet, hepsi bu). ve şimdi tüm o bilerek unutulan kilitleri vurdum . bir gün o kapıları açmaya çalışan olursa diye de, anahtaları yuttum.
'kavuşunca meşk, kavuşamayınca aşk olur' derlermiş.
bilmem ki, ben meşk.ten kendimi unuttum =)
Dipnot: Fotoğraf kendi çekimimdir.

4 Kasım 2009 Çarşamba

dört kasım (üyo)

Ümit Yaşar Oğuzcan
'şimdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı
yanmaz elinin değmediği ışıklar
gel, o şarkıyı beraber söyleyelim
tut ellerimden beni aydınlığa çıkar.

ben binlerce şarkı söyledim belki, ki sesimin de güzel olduğunu söylerler. çoğu ve hatta belki de hepsi yalnız başımaydı. ve şuan fark ettim ki, en güzelleri yalnız başıma söylediklerimdi.. hangi eller tuttuysa elimi, bıraktı. ve yine fark ettim ki, benim ellerim tek başına daha güçlü.. karanlığı içimden söküp atalı çok oldu, dışımdakini bıraktım -onu da artık sevişmek için kullanabilirim-.. aydınlık iyidir, temizdir, güzeldir. kim aşk sarhoşluğu geçtikten sonra mutlu olduğunu hissetmiş? ayık olmak da iyidir..
diyorum.. diyorum..
di
yor
-um-
u
yor
um.

yine de ne var biliyor musunuz? aşk gerçek. acısıyla, mutluluğuyla(!) gerçek.
bedenini satmayıp, ruhunu satanlar olsa da; aşk var.
evcilik oyunundaki kadar 'temiz' aşklar var.